Müslimânlığa sığmayan, asl tehlükeli şey, Kur’ân-ı kerîmi türkçeye terceme etmek değil, belki her hangi bir tercemenin, nemâzda Kur’ân yerine okunmasına kalkışmakdır. Kur’ân-ı kerîmdeki kelâm-ı ilâhî, belâgat ve i’câzın zirvesinde bulunan o arabî kelimelerin ve cümlelerin içindedir. Bu kelimeler ve cümleler, kul yapısı değildir. Hepsi Allahü teâlâ tarafından konulmuş, dizilmişdir. Herbiri, başka başka ma’nâlar taşımakdadır. Bu ma’nâlardan hangisinin murâd-ı ilâhî olduğu kesdirilemez. Başka başka ma’nâlara göre yapılan başka başka tercemelerden herhangi birisine Kur’ân-ı kerîm denilemez.
Başka başka ictihâdlara göre, din imâmları tarafından Kur’ân-ı kerîmdeki âyetlere, başka başka ma’nâlar verilerek her birinden birer hükm çıkarılmış ve mezhebler, o hükmlerden meydâna gelmiş ise de, Kur’ân-ı kerîmdeki topluluk, birlik hep muhâfaza edilmişdir. Her mezhebin çıkardığı hükme göre Kur’ân tercemesi yapılacak olursa, meselâ Hanefîlerin nemâzlarında okuyacağı Kur’ân ile, Şâfi’îlerin nemâzlarında okuyacağı Kur’ân başka olurdu. Böylece, müslimânların her fırkasının ve her mezhebin başka başka kitâbı bulunurdu. İslâm dîni de, hıristiyanlık gibi, karma karışık olurdu. Dinde reformcular, yoksa islâmiyyeti bu hâle sokmak için mi, terceme edilmeli diye direniyorlar? Müslimânların kitâbındaki birliği korumak ve kitâbullahı herhangi ufak bir şübheden uzaklaşdırmak için islâm âlimleri, Kur’ân-ı kerîmi Resûlullahdan “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” geldiği gibi muhâfaza buyurmuşlardır. Hattâ, Abdüllah ibni Abbâs gibi ve Abdüllah ibni Mes’ûd gibi ve hazret-i Alî gibi Eshâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” ayrı ayrı bildirdikleri Kur’ân-ı kerîmlerin, Eshâb-ı kirâmın çoğunun sözbirliği ile bildirdikleri, bugün elimizde bulunan Kur’ân-ı kerîmden pek az ayrılıkları bulunduğu için, bunlara (Kırâet-i şâzze) denilmişdir. Bunlar, fıkh âlimleri için bir sened oldukları ve Kur’ân-ı kerîmin tefsîri için kullanıldıkları hâlde bile, nemâzda okunmaları câiz görülmemişdir. Şunun bunun yapdığı ve bugün beğenilen, yarın beğenilmeyecek olan, türkçe hattâ arabca tercemelerin, Kur’ân-ı kerîm yerine nemâzlarda okunması nasıl câiz olabilir? Hiç bir islâm âlimi, buna câiz dememişdir. Nemâzda Kur’ân-ı kerîmin fârisî olarak okunabileceği, imâm-ı a’zam ebû Hanîfeden rivâyet edilmiş ise de, İmâm-ı a’zamın bu ictihâddan geri döndüğü, Nûh bin Meryem tarafından bildirilmiş ve usûl âlimleri fârisî okumağı bile kabûl etmemişlerdir.
Kur’ân-ı kerîmin ma’nâsını anlamadan okunmasına bile sevâb verileceği bildirilmişdir. Bu da, müslimânlığın anayasası demek olan bu kitâb-ı mübînin değişdirilmekden korunması içindir.