Abbâsî devletinin ikinci halîfesi olan Ca’fer Mansûr, Mescid-i nebevîde ziyâret yaparken imâm-ı Mâlike sordu: (Düâ ederken, kıbleye mi döneyim? Yoksa Resûlullahın kabrine mi döneyim?) dedi. Çünki, düâ ederken, Kıble ile (Hucre-i se’âdet) arasında durulmakdadır. İmâm-ı Mâlik: (Resûlullahdan yüzünü nasıl ayırabilirsin? O, senin için ve baban Âdem “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” için vesîledir! Yüzünü Ona çevir ve Onunla istişfâ’ eyle!) dedi. İbni Hacer-i Mekkî hazretleri,(Cevher-ül-munzam)da, bu haberin çok sağlam olduğunu, dil uzatılamıyacağını bildirmekdedir. İmâm-ı Mâlikin, Resûlullahın kabrine dönerek düâ etmek mekrûhdur dediğini söyliyenler, bu yüce İmâma iftirâ etmekdedirler.
(Yalnız Peygamberlerle tevessül olunur. Peygamberlerden başkası ile tevessül olunmaz) demek de doğru değildir. Çünki, hazret-i Ömer, yağmur düâsı yaparken, hazret-i Abbâs ile tevessül eyledi. Orada bulunan Eshâb-ı kirâmın hiçbiri buna karşı birşey söylemediler. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” efendimiz, (Allahü teâlâ doğruyu Ömerin diline ve kalbine yerleşdirmişdir) buyurduğu için, hazret-i Ömerin hazret-i Abbâs ile tevessül etmesi, kuvvetli sened, sağlam vesîkadır. Hazret-i Ömerin, yağmur düâsında, Resûlullah ile tevessül etmeyip de, hazret-i Abbâs ile tevessül etmesi, Peygamberlerden başkaları ile de tevessül etmenin câiz olduğunu herkese anlatmak için idi. Çünki, Peygamberler ile tevessül edilmenin câiz olduğunu herkes biliyordu. Başkaları ile tevessülün câiz olmasında şübhe edenler vardı. Hazret-i Ömer, bunun da câiz olduğunu anlatdı. Hazret-i Ömer, Resûlullah ile “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” tevessül etseydi, başkaları ile yağmur düâsı yapmanın câiz olmadığı anlaşılırdı. Buna bakarak, ölü ile tevessül olunmaz demek doğru olmaz. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” vefâtından sonra, Eshâb-ı kirâmın çoğu Onunla tevessül etmişlerdir.
Bir yandan, (Allahdan başka hiçbirşey te’sîr etmez. Te’sîr eder diyen kâfir olur) diyorlar. Öte yandan da, (Diri ile tevessül olunur, ölü ile olunmaz. Diri te’sîr eder, ölü te’sîr etmez) demekdedirler. Sözleri birbirini tutmamakdadır. Mü’minler ölüyü de, diriyi de vesîle, sebeb bilirler. Herşeyi yaratan, te’sîr eden yalnız Allahü teâlâdır derler.
Tevessül etmek şirk olur derken, câhil halkın ba’zı sözlerini ileri sürüyorlar. Velîye, (şu işimi yap) diyenler oluyor. Velî olmıyan bayağı kimseleri Velî sanıp onlardan kerâmet bekliyorlar. Herne kadar, böyle yanlış söyliyen ve sanan câhiller de, Allahdan başka hiçbir kimsenin fâide ve zarar yapamıyacaklarına inanmakdadırlar.