Bunlar da üç boşadığı kadını yine alır. Yehûdîler Tevrâtı değişdirdiler. Bugün, yer yüzünde bozulmamış, doğru kalmış bir İncîl kitâbı bulunmadığı gibi, doğru bir Tevrât da yokdur. Bunlar da, kendi sapık kitâblarına, Kur’ân-ı kerîmin birkaç âyetini değişdirerek yazdılar. Kur’ân-ı kerîmde, noksan ve katılmış yer var sandılar.)
(Tezkiye-i ehl-i beyt) kitâbını yazan mevlevî Osmân efendi diyor ki, meârif meclisine gitdiğim zemânlarda, Sebe’cilerin birkaç sandık içinde, bir tefsîrleri geldi. Basılmasına izn verilmedi. Sebebini sordular: İslâmiyyete uymıyan bir yeri mi var, dediler. Evet, hazret-i Alînin kâfir olduğunu yazıyorsunuz, dedim. Hiddetden gözleri döndü. Kızma! Dinle dedim: Başında yazılmış ki, hazret-i Talha, hazret-i Alîye sordu ki, hazret-i Osmân Kur’ân-ı kerîmden yetmiş âyeti, hazret-i Ömer de, seksen âyeti çıkardı deniyor. Bu söz doğru mudur? Hazret-i Alî evet doğrudur, dedi. Hazret-i Talha yine sordu ki, değişmemiş olan mıshaf sende imiş, öyle mi? Hazret-i Alî, evet bendedir. Hem de, bu Kur’ânın iki katı bende var, dedi. Sende bulunan Kur’ânı müslimânlara göstermiyecek misin? dediler. Eğer Ebû Bekr yerine, beni halîfe yapsalardı verirdim. Bana bî’at etmedikleri için, vermiyeceğim ve vasıyyet edip, kıyâmete kadar evlâdımın elinde gizli kalsın diyeceğim, buyurdu. Tefsîrinizde böyle yazıyor. Senden, Allah rızâsı için soruyorum ki, yehûdîler, Tevrâtdaki Muhammed aleyhisselâmı bildiren yirmi âyeti sakladıkları için, Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde, bunların kâfir olduklarını bildiriyor: (Âyetlerimi saklıyandan dahâ zâlim, dahâ çok kâfir olur mu?) meâlinde buyuruyor. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” Kur’ân-ı kerîmin iki mislini saklıyarak üçbinden fazla âyet-i kerîmeyi saklamış oluyor. Bu yazınız ile, Allahın arslanını dahâ zâlim, dahâ kâfir yapmış olmuyor musunuz? Allah için buna doğru cevâb ver, dedim. Şaşırıp kalıp, bir cevâb veremedi. Ben ne şî’î, ne de sünnî değilim. Ben masonum, dedi.
Yehûdîler, Cebrâîl “aleyhisselâm”a düşmandır. Sebe’ciler de, vahy hazret-i Alîye gelecek iken, Cebrâîl yanılarak Muhammede indirdi diyerek, Cebrâîl “aleyhisselâm”a düşman oldu.
Bunlar da, açıkça gösteriyor ki, bu yalanları ortaya çıkaran kimse, ne şî’îdir, ne de sünnîdir. Abdüllah bin Sebe’ denilen bir yehûdîdir.
Otuz, kırk yıl seyâhat edip İslâm memleketlerini dolaşan, Acem âlimi Mirza Rizâdan sordum ki, şî’îlerin her kısmını biliyorsun. Sûriyede ve Antakya civârında bulunan Mülhid denilen kimseler nasıldır? (Onlar, imâm-ı Alîye tapınıyorlar, kâfir oluyorlar) dedi. Irakda bulunan, kızılbaş adındaki kimseler nasıldır, dedim.