Bu büyük imâma çok büyük iftirâ ediyorlar. Hazret-i Alîye bu yolda iftirâ etmek, îmânı olanların tüylerini ürpertmez mi? Hazret-i Ebû Bekr, Ömer ve Osmân “radıyallahü anhüm” halîfe seçilirlerken, kendilerinden dahâ üstün bulunduğunu söyleyip, herbiri kendini, halîfeliğe lâyık görmemişdi. Allahü teâlânın emr etdiği tevâzu’ sıfatını takınmışlardı. Ertesi gün, hazret-i Alînin gelerek, en büyük günâhlardan olan kibr sıfatı ile ortaya çıkması, içinizde benden dahâ üstün, dahâ kahramân, dahâ âlim var mı diye, üstünlük göstermesi, bir müslimânın söyleyeceği söz müdür? Tesavvuf yollarının çoğu hazret-i Alîden gelmekdedir. Tesavvuf büyükleri, talebesini hazret-i Alînin verdiği emre göre yetişdiriyor. Bunun için de, önce tevâzu’ etmeği öğretiyorlar. Din kardeşlerinin kusûrlarını afv ile ihsân etmek, birçok âyet-i kerîme ile bildirildiği hâlde, birşeyi otuz seneye kadar afv etmeyip, bunu yapana kıyâmete kadar la’net edilmesini vasıyyet etmeği, değil hazret-i Alîye, bir fâsıka bile yakışdırmak, hiç câiz olur mu? Tesavvuf büyükleri, herşeyin Hakdan bilinip, kazâya rızâ lâzım geleceğini gösteren âyet-i kerîmeleri okuyarak, talebeyi terbiye ediyorlar. Bunu emr eden zâtın, bir talebesi kadar, kazâya râzı olmadığına hiç inanılır mı? Böyle söylemek, çirkin bir iftirâ değil midir? Belâlara sabr etmeği gösteren âyet-i kerîmeler varken, hazret-i Alînin belâya sabr etmediği, nasıl söylenebilir? Sonu çabuk gelen dünyâ mevkı’ine düşkün olmağı kötüliyen âyet-i kerîmeleri unutarak, hazret-i Alî, mevkı’ düşkünlüğünden geçimsizlik çıkararak, ümmet-i Muhammediyye arasına fesâd, ayrılık tohumu atar mı? Herbir sözü hikmet, fazîlet örneği olarak, müslimânların dilinden düşmiyen o yüksek imâm için böyle şeyler söylemek câiz midir?
Üç halîfe, Resûlullahın Eshâbının sözbirliği etmesi ve halîfeliği kendilerine vermeleri üzerine halîfe olmak kendilerine farz olduğu için, istemiyerek kabûl etdiler. Kendilerinden sonra, oğullarının da halîfe olmasını vasıyyet etmemeleri, bu sözümüzün yerinde olduğunu göstermiyor mu? Hele Eshâb-ı kirâm söz birliği yaparak hilâfeti hazret-i Alîye verince, istemiyerek kabûl buyurduğunu ve hazret-i Mu’âviyenin ictihâdında yanılması üzerine, islâmiyyetin emri ile, hazret-i Mu’âviyeyi itâ’ate getirmek için ne kadar çok sıkıntı çekdiğini bilmiyen yok gibidir. Bunlardan başka, müslimânlara, hattâ yer yüzündeki bütün mahlûklara şefkat ve merhamet olunmasını emr eden nice âyet ve hadîs-i şerîfler varken ve iyi ahlâkın kaynağı olan hazret-i Alînin “kerremallahü teâlâ vecheh” keremi ve merhameti pek fazla olduğunu gösteren vak’a ve haberler meşhûr iken, hattâ kıyâmet günü mü’minlere Kevser şerâbı dağıtacağı için, Cenâb-ı Hak, bunun şefkatini ve merhametini orada kullarına göstereceğini müjdelemiş iken, milyonlarca mü’minin, onun yüzünden Cehennemde sonsuz kalacağını söylemek, değil hazret-i Alîye, alçak bir fâsıka bile yakışdırılamaz.