Eğer Cennetin anahtarlarını bana verseler, Benî Ümeyyeyi Cennete doldururum. Dışarda kimseyi bırakmam) buyurdu. Hazret-i Osmânın bu sözüne karşı, Eshâb-ı kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” birşey demedi. Bütün ihsânlarını beytülmâldan veriyor sanmak, te’assub ve inâddır. Ona düşman olmanın alâmetidir. Kendisine sorduklarında, (Adâlete ve takvâya sığmayan bir hareketi bana yüklemeyiniz) buyurmuşdu. Hazret-i Osmân, oğlunu Mervânın kardeşi Hârisin kızına nikâh ederken, kendi malından bin dirhem gümüş gönderdi. Kızı Rumânı Mervâna nikâh ederken de, bin dirhem verdi. Bunların hiçbiri beytülmâldan değildi.
Seyyid Kutbun hurûfî kitâblarından ve Abbâsî târîhlerinden alarak yazdığı (Afrikıyyeden gelen ganîmetin beşde birini Mervâna bağışladı) sözü de iftirâdır. Hazret-i Osmân, yirmidokuz târîhinde, Abdüllah bin Sa’di, bin suvârî ve piyâde ile Afrikaya göndermişdi. O zemân, Tûnusun başşehri olan Afrikıyye şehrinde kanlı muhârebeler oldu. Müslimânlar gâlib geldi. Çok ganîmet ele geçdi. Abdüllah, bunun beşde birini Mervân ile halîfeye gönderdi. Yalnız para olarak beş bin altından ziyâde idi. Arada birkaç aylık yol olduğu için, bunları Medîneye getirmek çok güç ve tehlükeli idi. Bunun bin dirhemini Mervân satdı. Geri kalanını Medîneye getirdi. Müjde haberlerini de verdi. Çok düâlar aldı. Halîfe onun bu zahmetine ve müjdesine karşılık olarak, satılan kısmın parasından noksan kalanı Mervâna bağışladı. Bunu yapmak halîfenin hakkı idi. Hem de, Sahâbenin “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” yanında vâkı’ olmuşdu. Bir kimseye bin altın getirseler bunun birini veyâ dahâ çok mikdârını getirene bahşiş olarak verse, buna kimse isrâf demez. Nitekim, zekât toplıyan âmile de, ihtiyâcı kadar verilmesini, Allahü teâlâ emr etmekdedir. Abdüllah bin Hâlid için bin dirhem verdi, sözü de iftirâdır. Ona ödünç verilmesini emr eylemişdi. Abdüllah da borcunu ödemişdi. Dâmâdı Hârisin, Medînedeki tâcirlerden zekât toplarken haksızlık yapdığını işitince, Onu işden çıkardı ve cezâ verdi.
Osmân-ı Zinnûreyn “radıyallahü anh”, Hicâzdaki ve Irakdaki bakımsız yerleri, güvendiği kimselere, yakınlarına verir, zirâat âletleri de te’mîn ederek çalışdırır, millete çok toprak kazandırırdı. Zirâati gelişdirdi. Bağlar, meyve bağçeleri yetişdirdi. Kuyular kazdırdı. Kanallar açdırdı. Arabistânın kuru toprakları Onun zemânında en bereketli yerler gibi olmuşdu. Emniyyet ve huzûr da böylece, kendiliğinden hâsıl olmuşdu. Hırsızlık ve yırtıcı hayvanlar târîhe karışmışdı. Bunların yuvaları yerine, hanlar, müsâfirhâneler yapılmışdı. Ticâret ve nakliyyâtda kolaylık da, bunlara bağlı olarak, gelişmişdi. Bunlar, Arabistân için, acâyip ve hârika sayılacak şeylerdi.