Onların bile, kâfir olmaları kat’î değildir. Çünki, kâfir olmağı kabûl ederek harb etmediler. Bunun için, onlara mürted denilemez. Fekat, bunların şübheleri ahmakcadır ve ma’nâları açık olup, te’vîlleri câiz olmıyan âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere de karşı gelmiş oldukları için, özrleri kabûl olunmaz. Ehl-i sünnete göre, Hâricîler, âhıretde kâfirlerle olacakdır. Onların afv edilmeleri için düâ olunmaz. Cenâze nemâzları kılınmaz. Hâlbuki, Deve ve Sıffîn muhârebelerinde, hazret-i Alîye karşı olanlar, böyle değildir. Şübhe ve te’vîllerinden dolayı Ona karşı harb etmişlerdir. İctihâdda yanıldıkları için kâfir olmazlar. Bunun için kötülenemezler. Çünki, âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler, bunları medh etmekdedir. Bunlar, nefslerine uyarak değil, Allah için uğraşdılar. Böyle olduğunu kabûl etmiyen bir kimsenin de, susması, dilini tutması lâzımdır. Bunların Eshâb-ı kirâm ve Mücâhidîn-i islâm olduklarını düşünerek saygısızlık yapmaması lâzımdır. Hattâ, âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler, bütün mü’minleri övmekdedir. Her mü’minin şefâ’ate kavuşması ve Allahü teâlânın afvı ile kurtulması ümmîd olunur. Deve ve Sıffîn harblerinde bulunan Şâmlılardan birinin, hazret-i Alîye düşman olduğu, Ona kâfir dediği veyâ la’net etdiği kesin olarak bilinirse, ona kâfir deriz. Fekat, bugüne kadar böyle bir şey bilinmemişdir. Câhillerin uydurmaları, bir ilm, bir vesîka değeri taşıyamaz. O Sahâbîlerin önceki îmânları muhakkak olduğundan, yine öyle bilmemiz îcâb eder. Dört halîfenin Cennete gideceklerine inanmıyan, bunlardan biri için, halîfe olmağa lâyık değildir diyen veyâ ilmini, adâletini, takvâsını inkâr eden kâfir olur. Fekat, nefse uyarak, mala ve dünyâlığa kavuşmağı düşünerek veyâ ma’nâları açık ve kat’î olmıyan nassları te’vîl ile, şübhe ile bunlarla harb eden kâfir olmaz. Fâsık olur. Ya’nî günâh işlemiş olur.
Hazret-i Mu’âviye ve hazret-i Amr ibni Âs “radıyallahü teâlâ anhümâ”, hiçbir bozuk düşünce ve sebeb ile, hazret-i Alî ile “kerremallahü vecheh” harb etmediler. Hazret-i Osmânın kâtillerinin yakalanmasını ve bunlara kısâs yapılmasını istediklerini söylemişler ve hazret-i Alînin kendilerinden dahâ yüksek ve dahâ üstün olduğunu bildirmişlerdir. Ölünciye kadar her yapdıkları, her söyledikleri, îmânlarının varlığını ve kuvvetli olduğunu göstermişdir. Bütün düşünceleri, bütün çalışmaları, hep Allah için, hep islâmiyyet için olmuşdur. Her iki tarafın da aynı da’vâ, aynı maksad için döğüşdükleri (İzâle-tül-hafâ)nın dörtyüzdoksandördüncü sahîfesindeki hadîs-i şerîfde açıkça bildirilmekdedir.