Onun şaşılacak ilmlerine, Zât-i ilâhiyyeye âid ma’rifetlerine, temiz ahlâkına ve hâlleri, mevâcid ve tecellîleri ve zuhûrları bildiren sözlerine ve yazılarına bakanlar, bunu gâyet iyi anlar. Çünki, bunlar islâmiyyetin özü, dînin esâsı ve Allahü teâlânın zâtına, sıfatlarına âid ilmlerin hülâsasıdır. Kâ’be-i mu’azzamanın hakîkati, Kur’ân-ı kerîmin hakîkati, nemâzın hakîkati, ma’büdiyyet-i sırfa, muhabbetin; hıllet, muhibbiyyet ve mahbûbiyyet gibi dereceleri, te’ayyün-i vücûdî, te’ayyün-i hubbî, lâ-te’ayyün mertebesi, mahlûkatın mebde-i te’ayyünlerinin zuhûru, Peygamberlerin ve meleklerin mebde-i te’ayyünleri, talebenin isti’dâdlarının hangi sıfat ve ism-i ilâhî ile münâsebeti olduğu, Evliyânın meşrebleri, hangisi Muhammedî-ül meşreb, hangisi İbrâhîm-ül meşreb… muhibbiyyet ve mahbûbiyyet-i zâtiyye ile olan kendi vilâyetleri, bunların husûsiyyetlerinin hakîkî hüviyyetleri, kayyûmluğun hakîkati, sabâhat ve melâhatin esrârı ve bu iki güzelliğin karışması ve dahâ nice esrâr ve ma’nâlar, Allahü teâlâ tarafından ona ihsân edildi. Dahâ önce gelen Evliyâdan “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hiçbirisi bunlardan bahs etmedi. Bunların tafsîli, üç cild (Mektûbat) kitâblarında ve diğer yedi risâlelerinde yazılıdır.
İmâmın “kuddise sirruh” keşf ve kerâmetleri sayısızdır. Teberrüken birkaçını yazalım:
1 — Birgün tâliblerden biri, İmâma bir mektûb yazıp, (Sizin bu beyân etdiğiniz makâmlar, Eshâb-ı kirâmda hâsıl olmuş mu idi, yoksa olmamış mı idi? Eğer hâsıl olmuşsa, bir def’ada mı hâsıl oldu, yoksa tedrîcen mi?) diye sordu. İmâm buyurdu ki, bu süâlin cevâbı ancak sohbetde verilir. Soran kimse, huzûruna ve sohbetine geldi. İmâm “kuddise sirruh” onun hâline teveccüh edip, kendindeki bütün nisbetleri ona ihsân eyledi ve (Ne gördün?) buyurdu. Hazret-i İmâmın ayaklarına kapandı ve (Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” bir sohbeti ile, Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” vilâyetin bütün makâmlarına kavuşmuşlardır) şimdi anladım, diye arz etdi.
2 — Mevlânâ Yûsüf hasta idi. Ölümü yaklaşmışdı. İmâm-ı Rabbânî, onu ziyârete geldi. Mevlânâ Yûsüf teveccüh ve himmet istedi. İmâm “kuddise sirruh”, murâkabe ile meşgûl olup, onu Fenâ ve Bekâ makâmlarına kavuşdurdu. O, bu hasta hâlinde, kalbindeki bu ilerlemeleri görüp, haber verdi. Yolu temâm eyledi ve aynı ânda Allaha kavuşdu.
3 — Talebesinden ba’zısı, Gavs-ül-a’zamı, ya’nî Abdülkâdir-i Geylânîyi “kuddise sirruh” ziyâret etmeği, İmâma, arz etdiler. Susdu ve Gavs-ül-a’zamın “radıyallahü anhümâ” rûhuna teveccüh eyledi. Mubârek rûhu göründü ve talebelerinin büyükleri ile teşrîf eyledi.