Gayret-i ilâhiyyeden münkirin birdenbire bütün a’zâsı, birbirinden ayrıldı ve bedeni parça parça oldu. Talebe korkdu. Evden dışarı çıkdı. İmâmın yanına geldi. Âdetleri üzere kapının önünde duruyordu. Talebesinin elini tutup, o münkirin evine götürdü. İçeri girdiler. Ölünün dirilmesi için Allahü teâlâya düâ eyledi. Münâcâtda bulundu. Allahü teâlâ kabûl buyurdu. Bir müddet sonra kalkdılar. Talebesine, (Ben hayâtda kaldıkca, bu olanı kimseye söyleme!) buyurdu.
11 — Birgün talebesinden on kişi aynı akşam İmâmı iftâra da’vet etdiler. Kabûl buyurdu. Aynı akşam, aynı ânda, hepsinin evinde hâzır bulunup, iftâr etdiler.
12 — Birgün buyurdu ki, Kâ’be-i mu’azzamayı tavâf arzûm o kadar ziyâdeleşdi ki, yerimde duramaz oldum. Allahü teâlânın lutfü ile, bu şevk ve iştiyâk câzibesinde, Kâ’be-i şerîfeyi yanımda gördüm ve tavâf ile şereflendim.
İmâm-ı Ahmed Rabbânînin “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” mubârek kalemlerinin dilinden ve dil kalemlerinden çıkan sözlerinden de, birkaç dâne yazalım:
Buyurdu ki: Görülen ve bilinen herşey, mukayyeddir. [Başka şeylere bağlılığı vardır.] Maksûd ve matlûb [olmağa lâyık] değildirler. Matlûb [olmağa lâyık] olan, bütün kaydlardan, bağlardan münezzeh ve müberrâ olandır. O hâlde, Onu, görmenin ve bilmenin ötesinde aramak lâzımdır.
Buyurdu ki: Seyr ve Sülûk, ilmde hareketden ibâretdir.
Buyurdu: Evliyâ-ullahı “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” başkalarının tanımasından örten perde, insanlık sıfatlarıdır. Diğer insanların muhtâc olduklarına bunlar da muhtâcdır. Evliyâlık, bu ihtiyâcı bunlardan kaldırmaz.
Buyurdu: Allahü teâlâ, Evliyâ kullarını öyle saklamışdır ki, kendi zâhirleri bile kalblerindeki kemâlâtdan habersizdir. Nerde kaldı ki, başkaları onların hâlini bilsin.
Buyurdu: Yâ Rabbî! Bu nasıl işdir ki, kendin için Evliyâ yapdın. Onların bâtınları, (ya’nî kalbleri) âb-ı hayâtdır. Bir katre tadan, ebedî hayâtı bulmuş, se’âdet-i ebediyyeye kavuşmuş olur. Zâhirleri, ya’nî dış görünüşleri ise, öldürücü zehrdir. Yalnız zâhirlerine bakan, ebedî ölüme duçâr olmuşdur.
Buyurdu: İnsanın yaratılmasından maksad, kulluk vazîfelerini yerine getirmekdir. Vilâyet makâmlarının sonu, abdiyyet (kulluk) makâmıdır. Bunun üstünde makâm yokdur.
Buyurdu: Binlerce kimseden bir dânesini ihlâs devleti ve rızâ makâmı ile şereflendirirler. Maksad olan ihlâs ve rızâ, bu fakîre, bu yolda tâm on sene sonra verildi.