Yüzünde büyük bir hayret, hurmet, takdîr ve ta’zîm ifâdesi vardı. Yanına tam yaklaşıncıya kadar, geldiğimin bile farkına varmadı. Sonra beni yanında görünce, elindeki kabı bana gösterdi. Kap, cıva ile doluydu. Bana: (Şuna bak!) dedi, (Bu ne mu’azzam bir eserdir! Sen cıvanın hârikul’âde birşey olduğuna inanır mısın?). Ben, (Cıva, hakîkaten hayrete değer bir maddedir) diye cevâb verdim. Edison konuşurken sesi titriyordu. Bana, (Ben cıvaya bakınca bunu yaratanın büyüklüğüne hayrân oluyorum. Buna ne dürlü hâssalar vermiş? Bunları düşündükce, aklım başımdan gidiyor) diye mırıldandı. Sonra tekrâr bana döndü: (Dünyâdaki bütün insanlar bana hayrândır. Benim yapdığım birçok keşfleri, birçok yeni buluşları birer hârika, birer başarı zan ediyorlar. Beni, insan üstü bir varlık gibi görmek istiyorlar. Hâlbuki, ne büyük hatâ! Ben, beş para bile etmiyen bir insanım. Benim keşflerim esâsen dünyâda bulunan, fekat o zemâna kadar insanların göremedikleri büyük hârikaların ufacık bir kısmını meydâna çıkarmakdan ibâretdir. Bunu ben yapdım! diyen bir insan, en büyük yalancı, en büyük budaladır. İnsan, elinden hiçbir şey gelmiyen âciz bir mahlûkdur. İnsan, ancak bir parça konuşabilen, biraz düşünebilen bir mahlûkdur. İyi düşünse, kibre, gurûra kapılmaz, aksine, ne kadar boş olduğunun farkına varır. İşte ben de, bunları düşündükçe, ne kadar kudretsiz, ne kadar âciz, ne kadar za’îf bir mahlûk olduğumu anlıyorum. Ben mûcidim ha! [Elini semâya kaldırarak] Asl mûcid, asl dâhî, asl yaratıcı işte Odur, Allahdır!) dedi.)
[1] Edison 1350 [m. 1931] de öldü.
Görülüyor ki, fen adamları Allahü teâlânın varlığına inanmakda ve iki elle Onun dînine sarılmakdadır. Yalnız maddiyyâta inanan kimseler, çok kerreler dertlerine çâre bulamayıp, ümmîdsizliğe kapılmakdadırlar. Bu, onların rûhlarının boş kalmasından ileri gelmekdedir. İnsanın rûhu da, bedeni gibi gıdâya muhtâcdır. Bu da, ancak îmân etmekle kâbildir ve Allahü teâlânın yolunu ancak din gösterir. Allahü teâlâyı inkâr edenler bile, muhakkak birgün bu ihtiyâcı duyarlar.
Ünlü Rus yazarı Solzhenitsyn, Amerikaya yerleşdiği zemân, kendisinin büyük sıkıntılardan, rûhî bunalımlardan, makina olmakdan kurtulacağını zan etmişdi. Birgün, bir üniversitede Amerikan gençlerini başına toplıyarak onlara, (Ben buraya gelince, çok bahtiyâr olacağımı zan etmişdim. Ne yazık ki, burada da büyük bir boşluk hissediyorum. Çünki siz, artık maddenin esîri olmuşsunuz. Evet, burada hürriyyet var, herkes istediğini yapıyor. Fekat, ancak maddeye ehemmiyyet veriyor. Rûhları bomboş. Hâlbuki, insanı hakîkî insan yapan, onun tekâmül etmiş [gelişmiş], temizlenmiş rûhudur.