Her milletin kullandığı kâğıd liralar, şimdi hep altın karşılığıdır. Ya’nî, altını çok olan hükûmetler, çok kâğıd para basabilir. Altını az olan, kâğıd parayı çok basarsa, bunların kıymeti olmaz. Çünki, Allahü teâlâ, altın ile gümüşü para olarak yaratmışdır. Başka hiçbirşey, altının yerini tutamaz. Bunun içindir ki, zekâtın altın veyâ gümüş olarak hesâb edilmesi ve verilmesi emr olunmuşdur. Eşyânın kıymetlerini altın ve gümüşle, adâleti gözeterek ölçecek âdil bir hâkim lâzımdır. Sözü geçer olan bu hâkim de, hükûmetdir. Âdil bir hükûmet, zulmü, işkenceyi önler. Allahü teâlânın emr etdiği adâleti te’mîn eder. Eşyânın kıymetlerini, adâlet ile tesbît eder.
Demek ki, insanlar arasında adâleti te’mîn etmek için üç şey lâzımdır: Nâmûs-i rabbânî, hâkim-i insânî ve dinâr-ı mîzânî. Bunlardan en kuvvetlisi, en büyüğü, nâmûs-i rabbânî olan islâmiyyetdir. Dinler, Allahü teâlânın adâleti sağlamak için gönderdiği kanûnlardır. Hakîmlerin adâleti sağlamaları için, bu ilâhî kanûnları gönderdi. Hadîd sûresi yirmibeşinci âyetinde meâlen, (Onlara kitâb ve terâzî gönderdik ki, bunlarla adâleti yerine getirsinler)buyuruldu. Burada, kitâb, din demekdir. Çünki din, Kur’ân-ı kerîmdeki emr ve yasakların ismidir. Terâzî de, altına işâretdir. Çünki altın, ağırlıkla ölçülür. Kur’ân-ı kerîmin emr ve yasaklarını beğenmiyen kâfirdir ve münâfıkdır. Hâkimi, hükûmeti dinlemiyen âsîdir. [Müslimân, Dâr-ül-harbdeki kâfirlerin kanûnlarına da karşı gelmez. Suç işlemez.] Altının değerini kabûl etmiyen de, hâin ve hırsız olur.
TENBÎH –İnsanın evvelâ kendine, hareketlerine, a’zâsına adâlet etmesi lâzımdır. İkinci olarak, çoluk çocuğuna, komşularına, arkadaşlarına adâlet yapması lâzımdır. Adliyecilerin ve hükûmet adamlarının da, millete adâlet yapması lâzımdır. Demek ki, bir insanda adâlet huyunun bulunabilmesi için, önce kendi hareketlerinde, a’zâsında adâlet bulunmalıdır. Her kuvvetini, her a’zâsını, ne için yaratıldı ise, o yolda kullanmalıdır. Allahü teâlânın âdetini değişdirip, onları aklın ve islâmiyyetin beğenmediği yerlerde kullanmamalıdır. Çoluk çocuğu varsa, onlara karşı da, akla ve dîne uygun hareket etmeli, dînin gösterdiği güzel ahlâkdan sapmamalıdır. Güzel ahlâk ile huylanmalıdır. Hâkim, vâlî, kumandan ve herhangi bir âmir ise, yine ibâdetleri yapdırmalı ve yapmalıdır. Böyle olan kimse, bu dünyâda, Allahü teâlânın halîfesi olmuşdur. Kıyâmetde de âdiller için va’d edilen ni’metlere kavuşur. Böyle bir hayrlı kimsenin hayr ve bereketi, onun bulunduğu tâli’li zemâna, mubârek yere ve orada bulunmakla bahtiyâr olan insanlara, hayvânlara, hattâ nebatlara ve rızklara sirâyet eder, yayılır.