Genç kadın, yabancı erkeğe selâm ve başsağlığı ve aksırana birşey söylemez ve kendine söylenince cevâb vermez. Yabancı erkekle bir odada yalnız kalmaz. Hamevîden terceme temâm oldu.
Ka’de-i ûlâda oturmak, vâcib. Ka’de-i ahîrede oturmak farz. Son ka’dede tehıyyât okumak vâcib.
Farzların ve vâciblerin ve öğlenin ve Cum’anın evvel sünnetlerinin ve Cum’anın son sünnetinin -yalnız ka’de-i ahîrelerinde- ve sâir nemâzların [İkindi ve yatsının dört rek’at sünnetleri gibi] her ka’delerinde, salevât düâlarını okumak sünnet. Selâm lafzı, vâcib. Ve selâmda, iki omuzuna bakmak sünnet. Dikkatle bakmak müstehab.
Ve dahî, nemâzın kemâl-i mertebe kabûl olmasının şartı, [harâmlardan sakınmak ve] huşû’ ve takvâ ve mâlâya’nîyi terk ve terk-i kesel ve ibdâddır. Huşû’, Allahü azîm-üş-şândan korkmağa, takvâ, dokuz a’zâsını harâmdan ve mekrûhdan hıfz etmeğe; mâlâya’nîyi terk demek, dünyâsına ve âhıretine yaramıyan sohbeti ve işi terk etmeğe; terk-i kesel, nemâzının ef’âlini edâda üşenmekliği terk etmeğe; ve ibdâd, ezân-ı Muhammedî okunduğu vakt, her işi terk edip, cemâ’ate müdâvemet etmeğe derler.
Nemâzın içinde, riâyeti ehem olan altı şey bunlardır: İhlâs, tefekkür, havf, recâ, rü’yet-i taksîr, mücâhede.
İhlâs, amelinde hulûs üzere bulunmağa; [yalnız Allah rızâsı için yapmağa] tefekkür, nemâz içinde olan mes’eleleri düşünmeğe; havf, Allahü azîm-üş-şândan korkmağa; recâ, Allahü azîm-üş-şânın rahmetini ummağa; rü’yet-i taksîr, kendisini kusûrlu bilmeğe; mücâhede, nefsle ve şeytânla cenk etmeğe derler.
Ezân-ı Muhammedî okundukda, İsrâfîl “aleyhisselâm” sûru üfürüyor diye, abdeste kalkarken, kabrimden kalkıyorum diye, câmi’e giderken, mahşer yerine gidiyorum diye, müezzin ikâmet edip, cemâ’at safsaf olurlarken, bu insan mahşer yerinde yüzyirmi saf olup, seksen safı, bizim Peygamberimizin ve kırk safı, sâir Peygamberlerin ümmetleri olsa gerekdir diye, imâma uydukdan sonra, imâm, Fâtiha-ı şerîfeyi okurken, sağımda Cennet ve solumda Cehennem ve ensemde Azrâîl “aleyhisselâm” ve karşımda Beytullah ve önümde kabr ve ayağımın altında sırat. Acaba, benim süâlim âsân olur mu? Ve etdiğim ibâdet, âhıretde başıma tâc ve yanıma yoldaş ve kabrimde çırağ olur mu? Yoksa kabûl olmayıp, eski bez gibi yüzüme vurulur mu diye tefekkür etmek gerek.
Vefâsızdır, ey denî dünyâ senin her ni’metin!
Ecel fırtınaları, mahv eyliyor her rif’atın.