Îmânı za’îf olanlardan ba’zısı Sırâtı yüz senede, ba’zısı da bin senede geçerler. Bununla berâber, Cehennemde yanmazlar.
Bir kimse ki, Rabbini görür, o kimse Cehenneme sokulmaz. Müslim ve muhsin olanların makâmlarını (İstidrâc) nâmındaki kitâbımızda anlatdık. Onlar yüzü gülenlerdir. Çoğu Sırâtı şimşek gibi geçer. Çoğu da, açlık ve susuzlukla giderler ki, ciğerleri parça parça olmuş, solukları âdetâ duman gibi çıkar. Bunlar, kâseleri gökdeki yıldızlar adedince ve suyu, kevser ırmağından ve büyüklüğü Kudüsden Yemene kadar ve Adenden Medîne-i münevvereye kadar olan Kevser havzından içerler. İşte bu, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem”(Benim minberim, havzım üzerindedir). Ya’nî, minberim, Kevser havzının iki kenârından biri üzerindedir buyurmasiyle sâbitdir. Kevser havzından uzak olanlar, kabâhatlerinin derecesine göre, Sırâtda habs olunurlar.
Nice abdest alanlar vardır ki, abdesti güzel almaz ve temâm etmez. Ve nice nemâz kılanlar vardır ki, sorulmadığı hâlde, nemâzını başkalarına anlatır. Hudû’ ve huşû’ ile kılmazlar. Eğer kendini karınca ısırmış olsa, nemâzı bırakıp o karınca ile meşgul olurlar. Hâlbuki, Allahü teâlânın azamet ve celâletini ârif olanların ellerini ve ayaklarını kesmiş olsalar hiç direnmezler. Zîrâ onların ibâdetleri Allahü teâlâ içindir. Allahü teâlânın huzûrunda duran kimse, Onun “celle celâlühü” heybet ve azametini bildiği, tefekkür etdiği kadar huşû’ eder, korkar. Öyle olur ki, pâdişâhlardan birinin huzûrunda kişiyi akreb sokar, o da sabr eder. Pâdişâha hürmet için hiç hareket etmez. İşte bu, adamların mahlûkla berâber olduğu vaktdeki hâlidir. Mahlûk ise, o derece menfe’at ve zararını ayıramaz.
O, azîz ve celîl olan Allahü teâlânın huzûrunda duranın hâli nasıl olur ki, heybet ve saltanat ve azamet ve ceberût ve kahr-ü galebe-i ilâhiyyeyi bilen bir kimsenin Allahü teâlânın huzûrunda durması, elbette ziyâde huzûru ve huşû’u îcâb etdirir.
İbâdetleri yapdığı hâlde, zulm eden ve tevbe etdi ise de, mazlûmu bulamıyan, bununla dünyâda halâlleşmiyen bir kimse hakkında hikâye olundu ki, Allahü teâlânın huzûruna götürülür. Dünyâda halâlleşemediği kul hakları varsa, meydâna çıkarılır. Mazlûm onun boynuna sarılır. Allahü teâlâ mazlûma (Ey mazlûm! Yukarıya bak) buyurur. O mazlûm bakdığı vakt görür ki, bir köşk var. Gâyet büyükdür. Zîneti ve büyüklüğü akllara hayret verir. O mazlûm: (Yâ Rabbî! Bu nedir?) der. Allahü teâlâ: (Bu satılıkdır. Benden satın alır mısın?)buyurur. O mazlûm ise: (Yâ Rabbî! Bunun kıymetini ödeyecek benim birşeyim yokdur) der. Allahü teâlâ buyurur ki: (Kardeşini zulmden afv edip halâs edersen, köşk senindir).