Halâl olduğu bilineni yimek halâldir. Bilinmiyorsa, şübheli ise, yimemek iyi olur.
Süâl: Tesavvuf bid’at mıdır? Yehûdîlerin uydurması mıdır?
Cevâb: Allahü teâlâyı tanımağa çalışmak, bunun için, tesavvuf yolunu bilen ve gösteren bir Rehber aramak ve ona uymak, islâmiyyetin emrlerindendir. Allahü teâlâ, (Ona kavuşmak için vesîle arayınız!) buyurdu. Talebenin Mürşidden feyz ve ma’rifet alması, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânından bu zemâna kadar yapılagelen ve her müslimânın bildiği birşeydir. Tesavvuf büyüklerinin sonradan ortaya çıkardığı birşey değildir. Her Mürşid kendisini yetişdiren kâmile bağlanmışdır. Bu bağlanışları, Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” kadar uzanmakdadır. Ahrâriyye[1] büyüklerinin bağlantı dizisi, Resûlullaha, hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” ile ulaşmakdadır. Başka yolların dizisi ise, hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” ile ulaşmakdadır. Buna bid’at denilebilir mi? Evet, mürşid, mürîd gibi ismler, sonradan çıkdı. Fekat kelimelerin, ismlerin değeri yokdur. Bu ismler olmasa da, ma’nâları ve kalblerin bağlılığı yine vardır. (Vehhâbî kitâbı da, kelimelere bakılmaz. Ma’nâlara bakılır demekdedir). Tesavvuf yollarının ortak olan temel işi, zikr yapmasını öğretmekdir. Bu ise, dinimizin emr etdiği birşeydir. Sessiz zikr etmek, sesle yapmakdan dahâ kıymetlidir. Hadîs-i şerîfde, (Hafaza meleklerinin işitmediği zikr, hafazanın işitdiği zikrden yetmiş kat dahâ kıymetlidir) buyuruldu. Hadîs-i şerîfde övülen zikr, kalb ile ve öteki latîfelerle yapılan zikrdir. Resûlullahın, Peygamber olduğu kendisine bildirilmeden önce, kalb ile zikr yapdığı, kıymetli kitâblarda yazılıdır. Tesavvuf bilgilerine bid’at demek ve yehûdî uydurması demek, (Buhârî) hadîs kitâbını ve (Hidâye) fıkh kitâbını okumak bid’atdır demeğe benzer. Yüzaltıncı mektûbdan terceme burada temâm oldu.
Muhammed Ma’sûm Fârûkî “rahime-hullahü teâlâ”, (Mektûbât) kitâbında, ikinci cildin otuzaltıncı mektûbunda diyor ki, (Hâcegân) denilen Tesavvuf yolunun reîsi, Abdülhâlık-ı Goncdüvânîdir “rahime-hullahü teâlâ”. Bu yoldaki Kayyûmiyyet cezbesi, kendisine hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkdan “radıyallahü teâlâ anh” gelmişdir. Kendisi de, bu cezbeyi elde etmek yolunu bildirdi. Bu yola (Vükûf-ı adedi) denir ki, (Zikr-i hafî)den ibâretdir. Bu da, hazret-i Ebû Bekrden gelmekdedir. (Cezbe-i ma’ıyyet) denilen ikinci yol ise, Behâüddîn-i Buhârîden “rahime-hullahü teâlâ” başlamakdadır.
—
[1] Ubeydullah-ı Ahrâr 895 [m. 1490] da Semerkandda vefât etdi.