Bunlardan sonra, bid’atler çoğalıp, her fırka, kendi önderlerine Zâhid ve Âbid dedi. Ehl-i sünnet denilen, Eshâb-ı kirâm yolundaki doğru fırkadan olup, kalblerini gafletden koruyan ve nefslerini Allaha itâ’ate kavuşduranların bu hâllerine, (Tesavvuf) ve kendilerine (Sôfî)ismi verildi. Bu ismler, hicretin ikinci asrı sonunda işitildi. Kendisine evvelâ Sôfî denilen Ebû Hâşim Sôfîdir “rahime-hullahü teâlâ”. Kûfe şehrinden olup, Şâmda irşâd ederdi. Süfyân-ı Sevrînin “rahime-hullahi teâlâ” üstâdı idi. [Süfyân-ı Sevrî “rahmetullahi aleyh” 161 [m. 778] de Basrada, Ebû Hâşim Sôfî 115 de vefât etmişlerdir. Süfyân demişdir ki, (Ebû Hâşim Sôfî olmasaydı, Rabbânî hakîkatleri bilmezdim. Onu görmeden önce tesavvufun ne olduğunu bilmiyordum). Tekke en önce, Ebû Hâşim için, Remleh şehrinde yapılmışdır. (Dağları iğne ile oyarak toz etmek, kalblerden kibri çıkarmakdan kolaydır) sözü onundur. (Fâidesiz ilmden Allaha sığınırım) sözünü çok söylerdi.]
Tesavvuf ehli, başka din adamlarında bulunmayan bir ilm ile şereflenmişlerdir. Haris bin Esed Muhâsibî “rahime-hullahü teâlâ” 241 [m. 855] de Basrada vefât etdi. (Kitâb-ür-riâye)de, vera’ ve takvâ üzerinde geniş bilgi verdi. İmâm-ı Abdülkerîm Kuşeyrî “rahime-hullahü teâlâ, 376 [m. 987] da Nişâpûrda vefât etdi. Meşhûr risâlesinde ve Şihâbüddîn-i Ömer Sühreverdî “rahime-hullahü teâlâ”, 632 [m. 1234] de vefât etdi. (Avârif-ül-me’ârif)de, tarîkat edeblerini ve vecdlerini ve hâllerini bildirmişlerdir. İmâm-ı Muhammed Gazâlî “rahmetullahi aleyh”, (İhyâ) kitâbında, bu iki kısm bilgileri, birlikde uzun açıklamışdır.
Görülüyor ki, tesavvufun başlangıcı, nübüvvetin ve risâletin başlangıcıdır. Tesavvuf bilgileri, semâvî dinlerin hakîkatlerini anlamak ile hâsıl olmuşlardır. Tesavvufun bir parçası olan(Vahdet-ülvücûd) ma’rifetlerini, budistlerin, yehûdîlerin akl ve riyâzet ile anladıkları(Vahdet) ile karışdırmamalıdır. Birincisi, zevk ile anlaşılan ma’rifetler, ikincisi akl ile hâsıl olan hayâllerdir. Bu zevki tatmıyan gâfiller, ikisini aynı sanırlar.
[Allahü teâlâ, Ezzâriyât sûresinde meâlen, (Cinni ve insanları ibâdet etmeleri için yaratdım) buyuruyor. İbâdet etmek de, kurb ve ma’rifet hâsıl eder. Demek ki, insanların Evliyâ “rahime-hümullahü teâlâ” olmaları emr olunmakdadır. Bu da, farzları, nâfileleri birlikde yapmakla ve bid’at sâhiblerinden uzaklaşmakla hâsıl olur. Tesavvuf yolunda yapılan vazîfeler, nâfile ibâdetlerdir. Farzların kabûl olmaları için bulunması şart olan ihlâs, bu vazîfelerle elde edilir. Vehhâbîlerin (Tesavvuf, yehûdîlerden ve eski yunanlılardan alınmışdır) sözünün çok çirkin, yalan ve iftirâ olduğu, yukardaki bilgilerden pek iyi anlaşılmakdadır.