Bir hadîs-i şerîfde, (Üç kimse îmânın tadını bulur: Allahı ve Resûlünü herşeyden dahâ çok sever. Yalnız Allahın sevdiği kimseleri sever. Îmâna kavuşdukdan sonra, kâfir olmakdan korkması, ateşde yanmak korkusundan dahâ çok olur) buyuruldu. Râbi’a hazretleri, bir elinde su dolu, öteki elinde ateş dolu bir kap götürüyordu. Böyle nereye gidiyorsun dediklerinde, (Cehennem ateşini söndürmeğe ve Cenneti yakmağa gidiyorum. Böylece müslimânları Allahü teâlâya, Cehennem korkusu ve Cennete kavuşmak arzûsu ile ibâdet etmekden kurtarmak istiyorum) dedi ki, Evliyâlık da böyledir.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Eshâbıma ikrâm ediniz!) buyurdu. Hucurât sûresi onüçüncü âyet-i kerîmesinde meâlen, (İkrâma lâyık olanınız, ittikâsı çok olanınızdır)buyuruldu. Bunun için, islâm âlimleri sözbirliği ile bildiriyorlar ki, Eshâb-ı kirâmın hepsi, bu ümmetin en üstünleri ve en müttekîleridir. Çünki, Eshâb-ı kirâmın hepsi “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” Allahın Resûlünün sohbetlerinde bulunmakla, vilâyet makâmlarının en ilerisine vardılar. Tevbe sûresinin yüzbirinci âyetinde meâlen,(Îmânları ileride olanlar ve hicretde önde olanlar) buyuruldu. Bu âyet-i kerîme, Eshâb-ı kirâmı övüyor “radıyallahü aleyhim ecma’în”. Vâkı’a sûresinin onuncu âyetinde meâlen, (Îmânları ileride olanlar, Allahü teâlâya yaklaşmakda ileride olanlardır. Bunların hepsi mukarreblerdir)buyuruldu.
Bâtının kemâle kavuşması için, tesavvuf yolunda çalışmak vâcibdir. Âl-i İmrân sûresinin yüzikinci âyetinde meâlen, (Ey mü’minler! Allahü teâlânın yasak etdiği şeylerden tâm olarak sakınınız!) buyuruldu. Ya’nî zâhirdeki işlerde ve bâtındaki ahlâk ve akâidde, Allahü teâlânın beğenmediği hiçbirşey kalmamasını istedi. Bu âyet-i kerîmedeki emr, tesavvuf yolundaki çalışmanın vâcib olduğunu göstermekdedir. Tâm takvâ, ancak vilâyet ile elde edilebilir. Nefsin, yukarıda yazdığımız kötülükleri harâmdır. Bu kötülükler temizlenmedikçe, tâm takvâ elde edilemez. Bunlar da, nefsin fenâsı ile temizlenebilir. Takvâ, günâhlardan sakınmak demekdir. Buna hadîs-i şerîfde, (Bedenin sâlih olması) denildi. Bedenin sâlih olması için de, kalbin sâlih olması lâzımdır. Kalbin sâlih olmasına tesavvufcular (Fenâ-i kalb)demişlerdir.
Vilâyet, kalbin ve nefsin fânî olmaları demek olduğunu bildirdik. Tesavvuf âlimleri “rahmetullahi aleyhim ecma’în” buyuruyor ki, vilâyet yedi derecedir. Beşi, âlem-i emrden olan Kalb, Rûh, Sır, Hafî, Ahfâ adındaki beş latîfenin fânî olmalarıdır. Altıncısı, nefsin fânî olmasıdır. Yedincisi, bedendeki maddelerin fânî olmasıdır.