Şerîf Hüseyn pâşa “rahmetullahi aleyh” ittihâdcıların bir yandan dinden, îmândan ve din düşmanları ile cihâddan söz ederken, öte yandan da koca imperatorluğu parçalamağa sürüklediklerini, binlerce müslimân gencini ateşe atdıklarını anlıyor, daldıkları gafletin ve sefâhatin, hiç de sözlerine uymadığını görüyor. Milleti bu eşkiyânın elinden ve memleketi başımıza gelecek vahîm neticelerden kurtarmak yollarını arıyordu. Cemâl paşânın Şâmda yapdığı çılgınca eğlenceleri ve şerîf hânedânından kıymetli kimseleri öldürdüğünü işiterek, oğlu şerîf Faysal efendiyi Mekkeden Şâma gönderdi. Faysal efendi, bütün bu kötülüklerin vâkı’ olduğunu anlayıp babasına bildirince, şerîf Hüseyn pâşa, artık dayanamadı. Bütün müslimânlara işin içyüzünü bildirmek için, 25 Şa’bân 1334 [m. 1916] târîhli birinci beyânnâmesini ve 11 Zilka’de 1334 de ikinci beyânnâmesini neşr etdi. İttihâdcılar, bu haklı çağrıya (İsyân beyânnâmesi) dediler. İstanbulda çıkan ittihâdcı gazetelerdeki kirâlık kalemler, Şerîf Hüseyn pâşaya ağza ve akla gelmiyen küfr ve iftirâları savurdular. Fekat hâdiseler şerîf Hüseyn pâşanın haklı olduğunu gösterdi. İttihâdcılar, şerîf Hüseyn pâşanın beyânnâmelerinden uyanacakları yerde, onu vatan hâini i’lân etdiler. Üzerine alaylar gönderdiler. Senelerce kardeşi kardeşe boğdurdular. Mekkeyi ve Medîneyi o hâlis müslimânlara, sevgili Peygamberimizin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” oğullarına vermemek için, çok ma’sûmun şehîd düşmelerine sebeb oldular. Bununla da kalmayıp, o mubârek yerleri, islâm kâtili, çöl eşkıyâsı, câhil, zâlimlere kapdırdılar. İttihâdcılar, koca Osmânlı İmperatorluğunu da düşmana teslîm edip kaçdılar. 30 Ağustos 1340 [m. 1922] târîhindeki Türk istiklâl zaferi olmasaydı, türklük ve müslimânlık onun dediği gibi, büsbütün yok olacakdı. İngilizlerin Sevr muâhedesi ile sapladıkları hançer, âlem-i islâmı mahv edecekdi.
Aşağıdaki iki beyânnâme dikkat ile okunursa, şerîf Hüseyn pâşanın hiç de (Arab istiklâli)diye birşey düşünmediği anlaşılır. O, kavmiyyeti değil, bütün müslimânların islâm bayrağı altında kardeşçe yaşamalarını istiyordu. İttihâdcıların gazeteleri, kara köpeklere arab arab derken, arab saçı, arab sabunu gibi sözlerle ve kara fatma böceği gibi uydurma ismlerle arab milleti ile alay ederken, Mekkedeki ve Medînedeki temiz müslimânlar, bütün islâm milletlerinin kardeş olduklarına inanıyor, hepsini kardeş gibi seviyorlardı. Ne yazık ki, ittihâdcı komitacılarda bu îmânlı rûh ve bu güzel anlayış yokdu. Onlar, bu hâlis müslimânlara âsî derken, isyân hâlinde olan, Türk askerine saldıran ve Osmânlı topraklarını kapışmakda olan kimselere, birşey demiyorlardı.