Bunlardan biri, biz inanıyoruz ki, Allahü teâlâ sonsuz kudret sâhibidir. Yedi kat yerleri ve gökleri halk etmesi [yaratması] ile bir karıncayı, [bir hücreyi, bir atomu] yaratması, Ona göre müsâvîdir. Hâşâ, şerîki olması gibi, mümkin olmıyan şeyden başka, Allahü teâlânın yaratamıyacağı hiçbir şey yokdur. Eğer iddiâ etdikleri gibi, hâzırlık olmaksızın Peygamber göndermek imkânsız olsa, bu da Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mu’cizelerine ilâveten bir diğer mu’cize olur. Çünki, yeni bir dîni kabûle hâzır ve kurtarıcı bir Peygamber bekleyen İsrâîl oğullarından, Îsâ aleyhisselâma, göke çıkarılıncaya kadar îmân edenler, sekseniki kişi olmuşdur. Herhangi bir din terbiyesi, şerî’at terbiyesi görmemiş ve yeni bir dîni kabûle müsâid olmıyan arabların içerisinden gelen, Fahr-i kâinat “aleyhi efdalüttehiyyât” efendimizin vefâtından önce, o arablardan yüzyirmidört binden ziyâde kimseyi îmâna kavuşdurması, mümkin olmıyanı, mümkin yapmakdır, bir mu’cizedir. Hele, (efdal olanı, dahâ üstün olanı önce göndermemesi, Allahü teâlânın rahmet, şefkat ve adâletine uygun değildir)demeleri hiç bir aklın kabûl edeceği şey değildir. Çünki, Hıristiyanların i’tikâdı [inancı], (Îsâ aleyhisselâmın çeşidli hakâretlerle katl edilip, üç gün de Cehennemde yakılması, Âdem aleyhisselâm ile hazret-i Havvâdan Cennetde iken meydâna gelen zelleden [kusûrdan] dolayı, bütün insanlar, hattâ bütün Peygamberler günâh kirine bulaşmış olduklarından, [hâşâ] Allahü teâlâ sevgili oğlunun kanını dökerek, onları afv ve mağfiret etmek içindi) şeklindedir. Biz onlara soruyoruz: Îsâ aleyhisselâm, hıristiyanların inancına göre [hâşâ] Allahü teâlânın oğlu ve belki aynısı iken, Âdem aleyhisselâmdan hemen sonra gönderilseydi; bu kadar Peygamber ve bunca ma’sûm insanlar Cehenneme girmemiş olsalardı, dahâ evlâ olmazmıydı? Husûsen meliklerin, sultânların teşrîfinde, saltanatı en büyük olan geriden gelir. İnsanların âdetlerine göre de büyük hutbelerde en mühim olan kısm en son zikr edilir. Bu her husûsda böyledir. Meselâ mâhir san’atkârlar işlerinin kabasını, o işde çalışan çıraklarına kabaca yapdırdıkdan sonra, en mühim ve nâzik olan yerlerini sonunda kendileri yaparak işi temâmlarlar. Böyle olması tabî’îdir. Hakîm-i mutlak olan Allahü teâlâ da Peygamberlerin en üstünü ve en efdali olan Seyyid-il-mürselîni “sallallahü aleyhi ve sellem” en son olarak gönderip, kendi dînini kuvvetlendirmesi ve hiç noksansız olması, ilâhî hikmetine dahâ uygun olacağı açıkdır.
Yine (Gadâ-ül-mülâhazât) kitâbının ikinci bâbının dördüncü faslında, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mu’cize sâhibi olup olmaması bahsinde diyor ki: