Bunun ma’nâsı, (Allahü teâlâ, zihne gelen her şeklden ve hayâllerden ve mahlûklara benzemekden uzak ve kâmillikle vasf olunan her şeyden, dahâ büyükdür) demekdir.
- — Kıyâm: Tam bir huşû’ ve edeb ile, Allahü teâlânın huzû- runda ellerini bağlayıp, ayakda durmakdır.
- — Kırâ’et: Allahü teâlânın ismi şerîfi ile Fâtiha-i şerîfi okumakdır ki, dahâ önce meâl-i şerîfini bildirdiğimiz gibi, Allahü teâlâya hamd-ü senâ ve ta’zîm ile, hidâyet ve selâmet için düâdır. [Kı- yâmda, Fâtiha-i şerîfe ile birlikde, bir sûre veyâ âyetler ]
- — Rükû’: Bir kerre, eğilerek, ellerini diz kapaklarına bağlaya- rak, sırtını ve başını düz tutmakdır. Rükû’da, (Sübhâne Rabbiyel azîm) denir ki, ma’nâsı, (Her şeyden büyük olan Rabbimi her dürlü ayb ve noksan sıfatlardan münezzeh ve mukaddes bilirim) demekdir. [Bu üç, beş, yedi, dokuz veyâ onbir def’a, söylenilebilir.]
- — Secde: Kendini âciz bilerek, tazarrû ve niyâz ile, iki kerre yere yüzünü koyarak (Sübhâne Rabbiyel a’lâ) denir. Ma’nâsı, (Herşeyden yüksek, âlî olan Rabbimi bütün noksan sıfatlardan münezzeh ve mukaddes bilirim)
İslâm dîninde rükû’ ve secde, ancak varlığı mutlak lâzım olan, Allahü teâlâya yapılır. Müslimân, nemâzda Kâ’be-i mu’azzamaya dönerek, Allahü teâlâya secde etmekdedir. Kâ’beye karşı secde edilir. Kâ’be için secde edilmez. Kâ’be için secde eden kâfir olur. Hiç bir insana ve hiç bir mahlûka karşı secde etmek câiz değildir. Çünki insan, Allahü teâlânın yaratdığı mahlûkların en şereflisi olup, yaratılışda, ya’nî insanlıkda, hiç birisinin diğerinden farkı yokdur. Maddî makâm ve rütbeler ise, insanın mâhiyyetini değişdiremez. [Kendilerinin ilah olduklarını iddiâ eden, fir’avnlar ve nemrudlar dahî, diğer insanlar gibi yimekden, içmekden ve diğer beşerî ihtiyâçlardan ve ölümden kurtulmuş değillerdir. Allahü teâlânın, insanlar içerisinden seçmiş olduğu kulları olan Peygamberler “aleyhimüsselâm” de, sıfât-ı beşeriyyede diğer insanlarla aynıdır. Ya’nî, onlar da yirler, içerler, soğukda üşürler. Ancak, Allahü teâlâ, onlara husûsî ni’metler ve çeşidli mu’cizeler ihsân etmişdir. Hiç bir sâlih kul, Peygamber derecesine kavuşamaz. Peygamberler ma’sûmdurlar. Aslâ günâh işlemezler. Ba’zı Peygamberlerden zelle sâdır olmuşdur. Zelle, günâh demek değildir. Bir işi, en güzel şeklde yapmamak demekdir. Gü- zeldir, fekat en güzel değildir.]
Yüzünü yere koymak, ya’nî secde ederek ta’zîm etmek, kişinin kendi zilletini, aşağılığını ve ta’zîm etdiği zâtın şânının büyüklüğünü ve yüceliğini i’tirâf etmekdir. Böyle bir ta’zîm ise, hakîkî ni’met verici ve kâinâtın yaratıcısı olan, Allahü teâlâdan başkasına lâyık değildir.