Çünki, başka bir hadîs-i şerîfde, (Bir kimse, nemâzını temâmlamadı ise, o nemâzın üzerine, temâmlanıncaya kadar, nâfile nemâzları eklenir) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîf, nâfilelerin, terk edilmiş farzı değil, noksan olarak kılınmış farzı temâmlıyacağını göstermekdedir dedi. (İmdâd)ın (Tahtâvî) hâşiyesi ikiyüzkırkyedinci sahîfesinde de, bu hadîs-i şerîf zikr edilerek, sünnetlerin, kılınmış olan farzdaki kusûrları temâmlıyacağı bildirilmekdedir. İmâm-ı Gazâlî ve İbni Arabî gibi Hanefî mezhebinde olmıyan âlimler ise, nâfilelerin özr ile kaçırılan farzların yerine konacağını bildirmekdedir).
(Uyûn-ül-besâir)de diyor ki, İmâm-ı Beyhekî, sünnetler, kılınmış olan farzların içindeki sünnetlerin noksanlıklarını temâmlar buyurdu. Çünki sünnetlerden hiçbirisi, hiçbir zemân bir vâcib gibi olamaz. Hadîs-i kudsîde, (Bir kimse, kendisine farz yapdığım ibâdeti yapmakla bana yaklaşdığı gibi, hiçbirşeyle yaklaşamaz) buyuruldu. Üçüncü kısmda sonsöz sonuna bakınız!
Görülüyor ki, islâm âlimlerinin bir kısmına göre nâfileler, kılınmış olan farzların noksanlıklarını temâmlıyacakdır. Bir kısmı ise, özrle kaçırılmış olan farzların yerlerine de konacakdır buyuruyorlar. Fekat bu âlimler de, nemâzlarını tenbellikle kılmayıp, büyük günâh işlemiş olanların, bu hadîs-i şerîflerden istifâde edeceklerini bildirmemişlerdir. Çünki, nemâz kılmayanın nâfileleri kabûl olmaz ki, farzları temâmlamağa yarayabilsinler. Âlimlerin, bildirdiğimiz bu iki ayrı ictihâdını bırakıp da, bir üçüncüsünü söylemek, biz mukallidler için câiz değildir. Çünki, İbni Melek “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Menâr) şerhinde, (Müctehidlerin bir din bilgisi üzerindeki sözleri birbirine uymadığı zemân, sonra gelen âlimlerin, bu bilgiyi, müctehidlerin bildirmiş olduklarından başka dürlü anlatmalarının bâtıl olduğu, sözbirliği ile bildirilmişdir) diyor. Bu icmâ’a göre, nâfilelerin, tenbellikle kılınmamış farzların yerine konacağını söylemek boş lâf olur. Müctehidlerin sözlerini anlıyamıyan, yâhud anlasa da kıymet vermiyen (Mezhebsiz) kimse, aklına gelen herşeyi söyliyebilir.
(Merâkıl-felâh) ve (İmdâd-ül-fettâh)da, farz nemâzlardan sonra okunacak şeyleri anlatırken buyuruyor ki, (İmâm, farzdan sonra nâfile nemâz yoksa, farzı kılınca veyâ farzdan sonraki tetavvu’u kılınca, cemâ’ate karşı döner). (Dürr-ül-muhtâr)da (İmâmın nâfileyi, farz kıldığı yerde kılması mekrûhdur. Biraz solda kılmalıdır) diyor. Bu sözler ve (Hazînet-ül-esrâr) kitâbındaki açıklama, beş vakt nemâzda sünnet olarak kılınan nemâzların, nâfile olduklarını açıkca göstermekdedir.
Yine bu kitâbda ve (Tahtâvî) şerhinde diyor ki, (Bütün sünnetlere nâfile denir. Nâfile, farz ve vâcib olmıyan ibâdetler demekdir. Nâfile, yâ sünnet olur veyâ insanın kendiliğinden yapdığı ibâdet olur. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Kıyâmetde, önce nemâzdan sorulacakdır. Nemâz doğru kılındı ise, kurtulacakdır. Nemâzı bozuk ise, işi kötü olacakdır. Farz nemâzında birşey noksan olursa, nâfileleri ile temâmlanacakdır). İnsanın derecesi ne kadar yüksek olursa olsun, kusûrsuz iş yapamaz. İşte nâfileler, kılınmış olan farzlarda olan kusûrları temâmlar).
Şernblâlî, (Dürer) hâşiyesinde diyor ki, (Nâfile nemâz deyince, sünnetler de anlaşılır. Kâdî imâm-ı Ebû Zeyd dedi ki, nâfile kılmak, farzdaki kusûrları temâmlamak için emr olundu. Bir kimse, farzı kusûrsuz kılabilirse, sünnetleri kılmadığı için buna birşey denemez). İbni Âbidîn, vitr nemâzını ve hayvan üstünde nâfile kılmağı anlatırken diyor ki, müekked ve gayr-ı müekked sünnetlerin hepsine nâfile denir.
(Cevhere)de (Hidâye)den alarak diyor ki, (Beş vakt nemâzın sünnetlerini özrsüz oturarak kılmak câizdir. Çünki bu sünnetler, nâfile nemâzdırlar). İbni Melek (Mecma’ul-bahreyn) şerhinde diyor ki, (Câmi’e gelen kimse, sabâh nemâzından başka nemâzların cemâ’at ile kılındığını görse, ilk sünnetini kılmayıp hemen cemâ’ate uyar. Çünki, farz için ikâmet okundukdan sonra, nâfile nemâz kılmak mekrûhdur. Sünnet kılarken, ikâmet okunursa, iki veyâ dört rek’ate temâmlayıp selâm verir ve imâma uyar. Sabâh veyâ akşam farzını kılarken okunursa, farzı kesip imâma uyar. Çünki, dahâ iyi şeklde kılmak için farz bozulur. Dahâ iyisini yapmak için câmi’i yıkmağa benzer. Cemâ’ate yetişmek için, sünneti bozmak ise böyle değildir).
(El-hikem-ül Atâiyye)de diyor ki, (İki işden, nefsine ağır geleni yap! Çünki, hak olan iş, nefse ağır gelir.