Mürîdin, Tevbe sûresi 118. ci âyetinde bildirilen, (Geniş olan yer yüzü, onlara dar olur. Kalbleri de, hiçbir şey ile râhat edemez oldu. Allahü teâlânın azâbından, ancak yine Ona sığınılacağını anladılar) sıfatda olması lâzımdır. Allahü teâlâya olan aşk, bu dereceye varıp, yer yüzü daralır ve kararırsa, rahmet deryâsının dalgalanarak, bu garîbe damlaması ile vahdet halvethânesine kabûl olunması umulur.
Beyt:
Özlenen hazînenin yolunu gösterdik sana,
belki sen kavuşursun, biz varamadıksa da.
Şi’r:
Biz nerde, Onun saçının kıvrımları nerde?
Deli gibi, Ona kavuşmak istiyorum yine.
16. cı MEKTÛB TERCEMESİ
Muhammed Ma’sûm “rahmetullahi aleyh” üçüncü cildin onaltıncı mektûbunda, Nasîr hânın oğlu Muhammed Sâdıka buyuruyor ki: Bugünlerde, ba’zı acâib haberler işitiyoruz. Bilen, bilmeyen (vahdet-i vücûd) ma’rifetini dillerine dolamış, (herşey Odur) diyorlar. (Allah ismi, kâinâtı ya’nî bütün varlıkların toplamını bildiren bir kelimedir. Meselâ, Zeyd ismi, bir insanın her parçasını bildirmekdedir. Bununla berâber, her parçanın muhtelif ismleri vardır. Hiç bir parçasının ismi, Zeyd değildir. Fekat, Zeyd ismi, her parçayı bildirmekdedir. Bunun gibi Allahü teâlâ, kâinâtda görülmekdedir. Bu kâinâta Allah demek câizdir) diyorlar. Hâlbuki, bu sözler, vahdet-i vücûdu inkâr etmekdir. Mahlûkların varlığını göstermekdedir. Bunlara göre, Allahü teâlânın varlığı, mahlûkların varlığı içindedir. Mahlûkların hâricinde başka bir varlık yokdur. Bu sözlerinin bozuk olduğu güneş gibi meydândadır. Çünki, Allahü teâlânın vücûdü ve bütün kemâl sıfatları, mahlûkların vücûdüne muhtâc olmakdadır. Bileşik bir cismin, kendisini meydâna getiren elemanlara muhtâc olması gibidir. Hattâ, Allahü teâlânın vücûdünü [varlığını] inkâr etmekdir ki, küfr olduğu ve böyle söyleyenlerin kâfir olduğu meydândadır.
Hakîkatde, Allahü teâlânın vücûdü başkadır, mahlûkların vücûdü başkadır. Allahü teâlâyı mahlûkların hâricinde anlamalıdır. İki vücûd birbirinden ayrıdır. Birbirine benzemez. (Vahdet-i vücûd) vardır diyen tesavvuf büyükleri de, sözleri ile, maksadlarının ne olduğunu anlatamamışlardır. Çünki, yukarıda bildirdiğimiz gibi söyleseler, küfr olur. Mahlûklardan ayrı olarak vardır deseler, vahdet, tevhîd sözlerinin ma’nâsı kalmaz. Eğer mahlûklar hâricde mevcûd olsaydı, vahdet, tevhîd bilgisi yanlış olurdu. Hâlbuki, âlem hâricde mevcûd değildir. Vücûdları [varlıkları] vehmdir, hayâldir. [Televizyonda, sinemada görülen hayâller gibidir] derlerse, vahdet [birleşmiş olmak] ve herşey Odur sözlerinin ma’nâsı olmaz. Çünki, hâricde hakîkaten mevcûd olan şeyin, hayâl olan şeyle birleşmesi söylenemez.