● Tâlib, başlangıcda pis ve aşağıdır. Ve Hak teâlâ çok temiz ve çok yüksekdir. Yolu bilen bir vâsıta lâzımdır. Her iki tarafı anlıyan bir mürşid-i kâmil, tâlibe aracılık yapar. Pîr vâsıtadır. Sona varanlar, mürşid olmadan ilerler. 1/169. [Mektûbât Tercemesi: 211.]
● Tâlibin pîrine karşı edebini beyân eden mektûb. 1/292. [Mektûbât Tercemesi: 462.]
● Tâlibde, dîn-i islâmın sâhibine ittibâ’ ve şeyhine muhabbet oldukda, herşey kolaydır. 3/13. [Se’âdet-i Ebediyye: 401.]
● Tâlib, i’tikâdını düzeltdikden ve zarûrî fıkh ahkâmını öğrenip, îcâbı ile amel etdikden sonra, bütün vaktlerini zikre sarf eyleye, o şart ile ki, zikri, kâmil ve mükemmil olan şeyhden almış ola. 3/84.
● Tâlib, mürşidin huzûrunda zikr ve nâfile ile meşgûl olmamalıdır ki, feyzden mahrûm kalmıya. 1/292. [Mektûbât Tercemesi: 462.]
● Tâlibe lâzımdır ki, nefsindeki ve dışardaki bâtıl tanrıları yok ede, hak ma’bûd olarak, akla, vehme, hayâle, fikre gelen herşeyi de kovmalı, yok etmelidir. 1/126. [Mektûbât Tercemesi: 172.]
● Tâlibin, evvelâ yalvarması, çok sevmesi, sığınması lâzımdır ki, teveccüh te’sîr eyleye. 1/157. [Mektûbât Tercemesi: 192.]
● Tâlibde zevk zâil olup [gidip], nisbetin te’sîri kalmamış zân eder. Cesede te’sîr kalmamışdır, ammâ, rûha te’sir meydâna gelmişdir. 2/43.
● Bir tâlib, kutb-ı irşâda [mürşide] teveccüh edip, ona bağlanırsa, o dahî tâlibe müteveccih olsa, teveccühde tâlibin kalbinde bir pencere açılır. Ve buradan teveccüh ve ihlâsı kadar, o deryâdan kalbine feyz akar. Ve ilâhî zikre müteveccih olur, kavuşur. O mürşidi bilmediği hâlde teveccüh etmese, yine fâidelenir ammâ, azdır.