● Kurb [yakınlık] ve vüsûl [kavuşmak] ve emsâli sözler, başka kelime bulunamadığı için söylenmişdir. Yoksa, o makâmda, kurb ve vüsûl, şühud [görmek] ve ma’rifet [bilmek] ve cehl [cehâlet] yokdur. 1/279. [Mektûbât Tercemesi: 410.]
● Kurb [yakınlık] ve bu’d [uzaklık] o makâmda birbirinden başka değildir. 1/262.[Mektûbât Tercemesi: 345.]
● Bedenlerin yakınlığı, kalblerin yakınlığında çok te’sîrlidir. 1/207. [Mektûbât Tercemesi: 244.]
● Bedenlerin yakınlığı istenmelidir. Çünki, ni’metin temâmı bu yakınlığa bağlıdır. 1/222. [Mektûbât Tercemesi: 274.]
● Karanfil, tarçın ve sâir şerbetlerin içilmesi yasak değildir. [Çay ve kahve de böyledir.] 1/191. [Mektûbât Tercemesi: 227.]
● Kusûr ve noksanı i’tirâf etmek de bir devletdir. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]
● Kazâ iki kısmdır: Kazâ-i mu’allak, kazâ-i mübremdir. Kazâ-i mu’allak değişebilir. Kazâ-i mübrem değişmez. 1/217. [Mektûbât Tercemesi: 261.]
● Kazâya râzı olmak, isteğe mâni’ olsa, düâ ile emr olunmamak lâzım gelirdi. 1/289.[Mektûbât Tercemesi: 442.]
● Kazâ, insanın kudretini ve ihtiyârını yok etmez. Hak teâlânın kazâ eylediğini, kul ihtiyârı ile işler veyâ terk eder. 1/289. [Mektûbât Tercemesi: 442.]
● Kutb-ul-aktâb, kutb-ı medârdır. 1/251. [Mektûbât Tercemesi: 308.]
● Kutba, yardımcıları i’tibâriyle kutb-ul-aktâb dahî derler. 1/256. [Mektûbât Tercemesi: 318.]
● Kutb-ı medâr makâmı, hilâfet makâmına münâsib olan, kemâlât-ı asliyyenin [asl olgunlukların] zılleridir. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]
● Kutb-ı irşâd makâmı, imâmet makâmının kemâlâtı zılliyyesidir. [Zılli kemâlâtıdır]. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]
● Kutb-ı irşâd, yukarı çekilerek son mertebeye kavuşdukdan sonra, nefsi kulluk makâmına iner.