● Münâfık günâhına kanâ’at edendir. Îmânın sûreti onu azâbdan kurtarmaz. 2/69.[Se’âdet-i Ebediyye: 289.]
● Münâfık, inkârını kalbi ile yaparak, nemâzın sûretini yerine getirir. 2/54.
● Müntehînin mahlûkların sonuna kadar urûcu [yükselmesi], ahkâm-ı islâmiyyenin sûretine yapışmak ile olur. Ondan sonra vücûb mertebelerinde seyr [ilerleme] ahkâm-ı islâmiyyenin sûretine ve hakîkatine birlikde uymakla olup, bu iş [mu’âmele] ilm şânına kadar varır ki [yükselir ki], burası, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mebde’i te’ayyünüdür. Bundan sonra ilerlenirse, ahkâm-ı islâmiyyenin içi de dışı da yolda kalır. Ârif, şân-ı hayâtda yükselir. Bu şân matlûbun mukaddemesidir. [İstenilenin başlangıcıdır]. [Maksadın kapısı gibidir.] Bu mertebede ârif, kendini ahkâm-ı islâmiyyeden dışarıda bulur. Allahü teâlâ koruduğu için, ahkâm-ı islâmiyyenin inceliklerinden bir inceliği kaçırmaz. Bu büyük ni’mete kavuşmakla şereflenenler, çok az, hem de pek çok azdır. 1/172. [Mektûbât Tercemesi: 213.]
● Müntehînin rücû’da [geri inişde] zâhiri ve bâtını mahlûklara döner. Fekat mahlûklara bağlanmaz. Halka dönmekle, kalkmış olan perdeler geri gelmez. Yükselirken zâhiri halkla, bâtını hak iledir. 1/95. [Mektûbât Tercemesi: 141.]
● Müntehînin bâtınında [kalbinde, rûhunda], hem vüsûl, hem de zevk-i vüsûl vardır. 2/43.
● Ni’met verene şükr, ni’mete kavuşan üzerine aklen ve dînen vâcibdir. Şükrün derecesi gelen ni’mete göre olur. Allahü teâlânın ni’metlerine şükr, evvelâ: Ehl-i sünnet i’tikâdına göre i’tikâdı düzeltmek, ikinci olarak: Ahkâm-ı islâmiyyeyi ehl-i sünnet âlimlerinin ilmihâl kitâblarından öğrenip, bunlara uymak, üçüncü olarak: Ehl-i sünnet olan sofiyyenin yolunda kalbi ve nefsi temizlemekdir. Bu son kısm şart değildir, fâidesi büyükdür. İslâmın aslı, ilk iki şarta bağlı ve islâmın kemâli üçüncü şarta bağlıdır. 1/71. [Mektûbât Tercemesi: 109.]