● İnsana i’tâ olunan [verilen] sûrî ve ma’nevî feyz, zâhirî ve bâtınî feyz [ni’metler], eğer bir an kesilse, varlık ve üstünlükler kalmaz. 4/172
● İnsanın olgunluğu, yokluğunu [adem olduğunu] anlayıp, kendinde emânet olan kemâlâtı, ehline havâle ederek, kendinden intifâ-i kemâlde, hayriyeti de, selb-i hayriyyetdedir. 4/27.
● İnsanın kıymeti, himmeti kadardır. 4/114
● İnsanın izzeti, îmân ve ma’rifet iledir. Mâl ve câh (mevkı’) ile değildir. 5/62 [Hak Sözün Vesîkaları: 342.]
● İnsanın zâtı ademdir. Hayr ve kemâl onun hakkında emânetdir. Ve güzellik ve cemâl in’ikâsîdir. Eğer bu hayr ve kemâli kendine nisbet edip, [kendinden bilip], aslı ile ortaklık da’vâsı ederse, hâindir. 4/27
● İnsan bir biçâredir ki, onun üstünlüğü ve güzelliği yoklukdur. Kendi Mevlâsına mahsûs olan varlıkdan nasıl haberdâr olur. Onun kemâl ve cemâline nasıl muttali’ olur? 4/162
● İnsan, on latîfeden mürekkebdir. Beşi âlem-i halkdan [madde âleminden], beşi âlem-i emrdendir [rûh âlemindendir]. Nefs, âlem-i halkdandır. 5/137.
● İnsan, mebde-i te’ayyünü olan ismin zıllıdir. Zılde bulunan, hayr ve kemâl aslının ziyâsıdır. 6/229.
● İnsanın olgunluğu, kemâl iddi’a etmemekde, hayrlılığı da, hayrlılığı kendinden bilmemekdir. Eğer hayr ve kemâli kendi nefsine nisbet ederse, emânete hıyânet ve asl ile da’vây-ı şirket eder. [Asl ile ortaklık da’vâsında bulunur.] Meğer ki yoklukdan sonra, [Yok iken var edilince] kendisine vücûd ihsân edilince, ikinci bir doğuş ile doğmuş ola ki, o vaktde onun hakkında, bu söz güzel olur. 5/16
● İnsana her ne ulaşırsa, cümlesi, takdîr ve ezelî irâde iledir. 6/87.