● Huzûr ve teveccüh-i kalbî, zikrin fevkidir [üstüdür]. Ve ondan dahâ latîfdir. 5/145.
● Huzûr-ı dâimî [dâimî huzûr] bâtına nisbetle mümkindir. Ve başlangıçda zuhûr eder. Bu devâm, zâhirde zordur. 4/172.
● Huzûr ve âgâhînin devâmında, uyku ve tilâvet ve nemâz ve bunların gayrisi birdir. [Huzûr ve âgâh olan kalb, nemâz, uyku ve tilâvetde aynıdır.] Huzûr ve âgâhî kalbin melekesi olup ve onun sıfat-ı lâzımesi olur ki, hiçbir zemân ayrılık kabûl etmez. 5/109.
● Huzûrun devâmında, mâsivânın unutulması ve hâtırlanmaması hiç lâzım değildir. Huzûr-ı dâimî huzûr-ı mâsivâ ile birleşir. 5/109.
● Huzûr-ı mübtedî [mübtedînin huzûru] öyle bir huzûrdur ki, gaybet ona der-kafâdır [Sonra gaybet hâsıl olur]. Huzûr-ı mütevassıt [Yolun ortasında olan için huzûr], ki gaybet onun der-kafâsı değildir. [Gaybet onunla hâsıl olmaz]. Ve bu iki huzûrda hâzırın vücûdı der-meyândır [aradadır]. Ve fenâ husûle peyveste değildir. [Fenâ hâsıl olmasına bağlı değildir]. Ve huzûr-ı müntehî [sona varanın huzûru ise] bir huzûrdur ki, nefs-i hâzır der-meyân [arada] değildir. 6/137
● Hataranın [fikr, düşüncenin] menşe’i nefsdir. İlhâm da hatarât cümlesindendir. Lâkin bunda, husûl-i yakîn galebe-i zan [yakının hâsıl olması kuvvetli zan] ve inşirâh-ı bâtın [bâtının açılması] vardır. 4/133.
● Hak sübhânehü ve teâlâ, ba’zı mahlûkâtından râzıdır. Ve onu hasen [güzel, iyi] kılmışdır. Diğer ba’zılarından râzı değildir. Onu kabîh [çirkin] eylemişdir. 4/26
● Hak teâlâ, âfâk ve enfüsün ve nisbet ve i’tibârâtın ötesidir. Onu derûn ve bîrûnun verâ’sı taleb eylemek gerekdir. [Onu âfâk ve enfüsün ötesinde aramak lâzımdır.] 6/74
● Hak teâlâ bizim akllarımızdan ve anlayışımızdan, ilmlerimizden ve idrâkımızdan verâ’ül verâ’dır [ötelerin ötesidir.] 4/116