Fekat, aklı az ise, akl sâhiblerinden öğrendiklerini kullanmakla kalıp, zarûrî ve küllî prensiplere, kendiliğinden ulaşamaz. Ya’nî, zihni iyi işlemez ve istidlâlleri doğru yapamaz. Zekâ, düşünebilmek kuvvetidir. Fekat, düşüncelerin doğru olması için, akl lâzımdır. Zekî insan, düşüncelerinin doğru olabilmesi için, bir takım prensiplere muhtâcdır. Bu prensipleri idâre eden akldır. O hâlde, her zekî kimseyi akllı sanmak doğru olamaz. Zekî bir kimse, büyük bir kumandan olabilir. Akllılardan öğrendiği üsûlleri, yeni harb vaz’ıyyetine uydurarak, kıt’aları fethedebilir. Fekat, aklı az ise, bir hatâ ile, başarıları, felâkete döner. Meselâ, Napolyonun zekâ saçan askerî plânları, zaferleri ve aklsız hareketlerinin sonu olan felâketleri meydândadır. Üçüncü sultân Selîm hân “rahmetullahi teâlâ aleyh” zemânında, Napolyonun Sûriyede, islâm askerleri karşısında bozguna uğrayarak nasıl kaçdığı târîhlerde yazılıdır. Bir arslanın zekâsı, insan zekâsı kadar kuvvetli olsaydı, bu arslan öteki arslanlardan, onbin kat dahâ çok korkunç olurdu. Aklsız, dinsiz kimse de, kuvvetinin ve zekâsının çokluğu kadar, cem’iyyetlere büyük tehlüke olur].
Bu yazılar dikkatle okunursa, her işde ve hele dînî işlerde akla güvenilemiyeceği, bu işlerin akl ile ölçülemiyeceği meydâna çıkar.
Din işleri, akl üzerine kurulamaz. Çünki, akl, bir karârda kalmaz. Herkesin aklı, birbirine uymadığı gibi, bir adamın, selîm olmıyan aklı da, ba’zan doğruyu bulur, ba’zan da yanılır ve yanılması dahâ çok olur. En akllı denilen kimse, din işlerinde değil, mütehassıs olduğu dünyâ işlerinde bile, çok hatâ eder. Çok yanılan bir akla nasıl güvenilebilir? Devâmlı, sonsuz olan âhıret işlerinde, nasıl olur da, akla uyulur?
İnsanların şekl ve ahlâkları başka başka olduğu gibi, akl, tabî’at ve ilmleri de, ayrı ayrıdır. Birinin aklına uygun gelen birşey, başkasının aklına hiç de uygun gelmiyebilir. Birinin tabî’atine uygun olan birşey, başkasının tabî’atine uymaz. O hâlde, din işlerinde, akl, tam bir ölçü, doğru bir sened olamaz. Ancak, akl ile islâmiyyet, birlikde, tam ve doğru bir vesîka ve ölçü olur. Bunun içindir ki:
(Dînini ve îmânını, insan düşüncelerinin netîcelerine bağlama ve akl ile inceleyerek varılan sonuçlara uydurma!) buyurmuşlardır.
Evet, akl huccetdir, doğru yolu gösterir. Fekat, selîm olan akl gösterir, her akl değil.
Demek oluyor ki, selîm olmıyan aklların, yanıldıkları için, bir hakîkati kabûl etmemeleri, uygun bulmamaları, bir kıymet bildirmez. Selîm olan akllar, ya’nî Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” aklları, din hükmlerinin hepsinin pek yerinde ve doğru olduklarını açıkça görür. İslâmiyyetin her hükmü, bu akllar için, pek meydânda, âşikâr ve apaçıkdır. Senede, isbât etmeğe lüzûm olmadığı gibi, tenbîh etmeğe, haber vermeğe de lüzûm yokdur.
HALÂL VE HARÂM
Herşeyi, Allahü teâlâ yaratdı. Herşeyin sâhibi, mâliki Odur. Kullanmamız için izn verdiği şeyler, halâl olur. İzn vermediği şeye de, harâm denir. Meselâ, bir erkeğe, iki kız kardeşden birini nikâhla almağı halâl eyledi. İkincisini de almağı harâm etdi. Harâm demek, sâhib ve hâlık olan Allahü teâlânın, bir şeyi kullanmağa izn vermemesi demekdir. Halâl ise, o yasak düğümünü çözmek demekdir.
Birşey, bir kimseye halâl, başka bir kimseye harâm olabilir.
Dünyâda harâm işliyen kimse, âhıretde ondan mahrûm kalır. Burada halâl şeyleri kullananlar, orada, o şeylerin hakîkatine kavuşur. Meselâ, bir erkek, dünyâda harâm olan ipeği giyerse, âhıretde ipek giymekden mahrûm edilir. İpek ise, Cennet elbisesidir. O hâlde, bu günâhdan temizlenmedikce, Cennete giremez demekdir. Cennete girmiyen de Cehenneme girer. Çünki, âhıretde, bu ikisinden başka yer yokdur.