Allahım! İnsanların ve cinlerin tâati, cismânî ve rûhânî âlemde bulunanların ibâdetleri, Senin ihtiyâcsızlığın, sonsuz kudretin yanında beyhûde bir sedâdır. Lâkin, bu za’îf ve gönlü kederli kulların inlemesi ve muhabbet çimeninde öten bülbüllerin iştiyâklı sesleri Senin katında dahâ kıymetlidir. İlâhî! Her ne kadar cürüm ve isyânımızın sonu yok ise de, Senin rahmet ve gufrân denizin de sınırsızdır. Ma’siyyet ateşi âlemi tutuşdursa, Senin rahmetinin bir damlası onu söndürür. Cihânı zulmet bulutu kaplasa, Senin inâyet rüzgârının bir nefeslik esmesi ile dağılır, gider. Kâinâtı zulmet bulutu kaplasa, Senin hidâyet güneşinin bir zerresi o perdeyi kaldırır.
İlâhî! Senin hayât verdiğin gönlü kimse öldüremez. Senin yakdığın çırağı kimse söndüremez. Senin muhabbet cezben nasîb olan kimse, Senin sevdiğin olur. Senin haşmetinin bir parıltısına kavuşan hayrete düşer.
İlâhî! Senin makbûlün olan bir azîzin eli kılıç gibi kesdi. Cevher cânı safâ nûru ile doldu. Senin red etdiğin sultânın eli tutuldu. Hevâ yoluna düşüp, perîşan oldu.
İlâhî! Bütün âleme rahmet etsen, cenâbından bir zerre noksan olmaz. Lâkin hikmetinin sırrına ermek için, akla imkân yokdur. İlâhî! Riyâ ateşinden kalbi kurtarıp, muhlîs eyle. Bu kalbi muhabbet potanda, inâyet cevherin ile hâlis altın eyle. İlâhî! Her ne kadar, cürmüm çok ise de, Habîbin “sallallahü aleyhi ve sellem” hurmetine afv eyle! Lutfüne lâyık olanı ihsân eyle. İlâhî! Cân-ı müştak ayrılık ateşini duymaz. Susamış gönül, kavuşmanın hâsıl edeceği zevki duymaz. İlâhî! Bu ne ateş dolu bir içecekdir ki, divânelik mayası ve susuzluk sermâyesidir. İlâhî! Bu nasıl sınırsız bir susuzlukdur ki, yüzbin okyânus [deryâ] içilse, aynen kalıp, susuzluk gitmiyor. İlâhî, bu ne devâmlı kalan bir bardak ki, bunun doldurucusu, vaslın iştiyâkıdır. İlâhî, bu ne te’sîr edici bir sâkîdir ki, sundukca, içecek devâmlı kalıyor. İlâhi, bu işde akl şaşkındır. Şöyle ki, hüsnünün güneşi meydânda iken, gizlidir, görünmez. Bu parlıyan nasıl bir nûrdur ki, gözler onu görmekde hayretdedir.