Yanan bir mumun yanından geçse, eteğinin rüzgârı mumu söndürmez. Kuru kamışlar üzerinde yürüse, ayağının sesi duyulmaz. Kendisinden sonra ümmeti, emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yaparak doğru yolu gösterirler. Ümmeti nemâz kılar, zekât verir, sözlerinde dururlar. Bu benim ihsânımdır, dilediğime veririm. Ben çok büyük ihsân sâhibiyim) buyurdu.
• Mu’âviye “radıyallahü anh” Abdüllah ibni Abbâsdan “radıyallahü anhümâ” Kureyş isminin nereden geldiğini sordu. Şöyle cevâb verdi: Kureyş; denizlerde yaşayan büyük bir canavardır. Her nereye uğrasa za’îf ve semîz hayvanları yir. Kendisi yinmez. Bütün hayvanlara gâlibdir. Mu’âviye “radıyallahü anh”, arab şâirlerinden bundan bahs eden biri var mı diye sordu. Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü anh” evet var dedi ve Cemhînin bir şi’rini okudu. Şi’r Resûlullahdan “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bahs ederek bitiyordu. Şi’r şöyledir:
Kureyş, denizlerde yaşayan çok büyük bir hayvândır,
Bunun için Kureyş kabîlesine Kureyş adı verilir.
Saldırır her balığa za’îf semîz demez yir,
Kureyş, bu balık gibi hattâ dahâ güçlüdür.
Sür’atle saldırınca yener her kabîleyi,
Onlardan bir Nebî, âhır zemânda öldürür çok düşmânı.
• Mutrâf bin Mâlik şöyle anlatmışdır: Emîr-ül mü’minîn Ömerin “radıyallahü anh” halîfeliği sırasında Tüster feth edildi. Alınan ganîmet malları arasında bir sandık bulduk. İçinden bir kitâb çıkdı. Bizimle birlikde bulunan Na’îm adında bir nasrânî bu kitâbı bana satın dedi. Bu kitâbın ilâhî kitâblardan olabileceğini düşünerek sandığı satıp, kitâbı hediyye etdik. Mu’âviye “radıyallahü anh” zemânında Beyt-i Mukaddesde idim. Bir atlı gördüm ve Na’îme benzetdim. Sen Na’îm misin? diye sordum. Evet dedi. Hâlâ hıristiyanmısın dedim. Hâyır müslimân oldum, dedi. Berâber Şâma gitdik. Orada Ka’bül Ahbârla karşılaşdık. Sonra onu da alarak yine Beyt-i Mukaddese geldik. Yehûdî âlimleri Ka’b ve Na’îmin haberini alıp yanımıza geldiler.