Hazret-i Ömer şâd olup, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerine şükr etdi. Buyurdu ki; bundan sonra, kendimi dîn-i islâm üzerine taşdan katı buluyorum.
İşâret: Sübhânallah. Yehûdîler, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâmı, bizim dînimiz vilâyetinin izzeti onun sebebi ile harâb olmuşdur, diye düşman tutarlar. Hak sübhânehü ve teâlâ hazretleri buyurur: Cebrâîl her ne yaparsa, bizim emrimiz ile yapar. Râfizîler ve mübtedi’ler [bid’at sâhibleri], Ebû Bekri ve Ömeri “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerini niçin düşman tutarsınız. Onlar, hilâfet hazret-i Alînin hakkı idi, ondan aldılar; diye düşman tutarlar. Bu sözleri yalandır ve bühtândır. Zîrâ eğer onun hakkı olsa idi, kendileri alırdı. Ey yehûdî! Sen Cebrâîli düşman tutarsın. Biz onu dost tutarız. Eğer sizin helâk ve azâbınız, Cebrâîlin elinde oldu ise, kâfirlerin helâk olması lâyıkdır. Bizim Resûlümüzün zaferi, nusreti Cebrâîl ile oldu. (Rabbiniz size nişânlı, beş bin melek ile imdâd edecekdir). [Âl-i imrân sûresi 125.ci âyet-i kerîme meâli.] Yâ Râfizî! Siz Ebû Bekr ve Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerini düşman tutarsınız. Biz dost tutarız. Sizin helâkınız onların sebebi ile olursa, lâyıkdır. İslâmiyyetin nusreti onlar sebebi iledir. (Onlar gayba îmân ederler!) (Ey Habîbim! Sana, Allah ve mü’minlerden sana tâbi’ olanlar yetişir!) [Enfâl sûresi 64.cü âyet-i kerîme meâli.]
2– Bir âyet-i kerîme de şudur: Ömer bin Hattâb “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, dinde gayret sâhibi, merd bir zât-ı şerîf idi. Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin harem-i şerîflerinde, bir gün dedi ki, ne olaydı, emr geleydi de, Resûlullahın se’âdethânelerine destûrsuz girmeselerdi. Allahü tebâreke ve teâlâ hazret-i Ömerin sözüne muvâfık bu âyet-i kerîmeyi gönderdi. (Ey îmân edenler! Resûlümün evine yemeğe da’vet olunmaksızın ve vaktine bakmaksızın girmeyin.) [Ahzâb sûresi 53.cü âyet-i kerîme meâli.] İbni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” buyurdular ki, bu âyet-i kerîme bir grub hakkında nâzîl olmuşdur. Onlar Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin ta’âmı vaktini gözleyip, o vaktde varıp, Resûlullahın yanında otururlar idi. Ta’âm gelir yirler idi. Sohbet ederlerdi. Dışarı gitmezlerdi.