O da hemen alıp, bağrına basardı. Alînin “radıyallahü teâlâ anh” annesi Fâtıma der ki: Dedim ki, ey cihânın bir dânesi! Müsâde ediniz, bunu [çocuğu] biz götürelim, bu işler [çocuğa bakmak] bizim işimizdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki, (Bu çocuk doğmadan evvel, bunu bana vermediniz mi? Bu benimdir, siz karışmayınız!)
Râvî (rivâyet eden) der ki, bir gün Server-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri Harem-i şerîfe geldi. Aliyyül Mürtedâ omuzunda idi. İnsanlar [halk] oturup, pehlivânları söyleyip, herbirinin erliğini vasf ederlerdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” dönüp onlara buyurdu ki: (Bu omuzumdaki oğlan, bu söylediğiniz erlerin hepsinden üstün pehlivân olacakdır. Yeryüzünde buna benzer bir pehlivân olmıyacakdır. Sizin saydığınız erlerin çoğunu bu öldürecekdir ve defterlerini dürecekdir.) Beyt:
Dünyâ halkı toplansa bir yana,
Yalnızca bu kalırsa bir yana.
Aralarında ceng olursa,
O gâlib gelse gerekdir.
Allahü teâlâ onu gâlip kılar,
Bunun gibi bir süvâri gelmedi.
Onun gibi bir süvâri görmedi bu zemân,
Kılıncını bir ân sallasa.
Ceng ola ki, günde bin kişi katl eder.
Onlar dediler ki, yâ Muhammed-ül Emîn! Biz seni, akllı ve sâdık, büyük kimse zan ederdik. Bu nasıl sözdür. Sen bir küçük çocuk için böyle söyliyorsun. Sen ona nasıl güveniyorsun. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri se’âdetle buyurdular ki: (Siz bunu unutmayınız. Nice yıllar sonra görürsünüz bu oğlanı!) Râvî der ki, üç yaşına girdiği zemân, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri ile nemâz kıldı. Babası Ebû Tâlib onu gördü. Birşey söylemedi. Annesi söyledi ki, görürmüsün bu Alî, o Muhammed ile nemâz kılıyor. Kâ’beye karşı secde ediyor. Bizim putlarımıza tapmaz. Ebû Tâlib dedi ki, yâ Fâtıma! Biz onu Muhammede vermişiz. Her ne yaparsa hakdır.