Bu şeklde bunu görünce, hepimiz elimizde olmadan korkup, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine bakdık. O şahs, hazret-i Sultân-ı Enbiyâya hulûs ile açıklayıp, dedi ki: Yâ Habîb-i Rabbil’âlemîn! Kavmimi dîne da’vet için ben kulunuz ile bir kimse gönder. Yine sağ-sâlim inşâallahü teâlâ getirip, huzûr-ı şerîfinize teslîm ederim. O Fahr-i âlem ve seyyid-i âdem Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki, (Bu hizmete bunun ile kim gider ise, ona Cennet vâcib olur.) O şahsın görünmesinden bir kimse cevâb vermeğe cesâret edemedi. Hazret-i Resûl-i ekrem üç kerre hitâb etdiler. Kimse cevâb vermedi. Son emrde, hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” ayağa kalkıp, dedi ki, yâ Resûlallah! Emr eyle, bu hizmete ben kulun gideyim. Hazret-i Resûlallah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” dönüp Arfetâya buyurdu ki, (Bu gece Harre adlı mevzi’de hâzır ol! Senin yanına bir kimse vereyim ki, benim hükmüm ile hükm eyler. Ve benim dilim ile söyler. Ve benden cin tâifesine haberi doğru olarak iletir.)
Hazret-i Selmân “radıyallahü teâlâ anh” der ki, Arfetâ gayb olup, akşam oldu. Sonra yatsı nemâzını Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ile edâ eyledik. Eshâbın hepsi dağıldıkdan sonra, buyurdular ki: (Yâ Selmân! Yâ Alî! Benim ile geliniz!) Biz de hizmetlerince gitdik. O Harre adlı mevzi’e vardığımızda gördük ki, koyun büyüklüğünde bir deveye Arfetâ kendisi binmiş, at büyüklüğünde bir deveyi de, elinde tutmuş. Hazret-i Habîbullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazret-i Alîyi o boş deveye bindirdi. Beni de arkasına bindirdi. Benim belimi hazret-i Alînin beline bağladı. Gözlerimi sarığın ucu ile bağlayıp, buyurdu ki, (Yâ Selmân! Sakın Alî gözünü aç demeyince, gözlerini açma. Deveden in demeyince deveden inme. Allahü teâlânın ismi ile meşgûl ol. İşitdiklerinden korkma!) Dönüp, hazret-i Alîye de vasıyyet etdi. (…. Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah.) buyurdular. Sonra vedâ edip, Arfetâ önümüzce delîl olup, sür’atle yola koyulduk. Sabâh oldu. Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” bana in, dedi. Ben de indim. Gözümü açdım. Gördüm ki, otsuz, susuz, ağaçsız, taşlık bir yere gelmişiz. Hazret-i imâm-ı Alî “radıyallahü anh” imâm olup, ben ve Arfetâ ona uyup, sabâh nemâzını kıldık. Ortalık aydınlandıkda gördük ki, etrâfımızı cin askerleri çevirmişdi.