Birgün hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm, Fahr-i âlem hazretlerinin huzûr-ı şerîflerinde oturdu. Hazret-i Hasen ve Hüseyn “radıyallahü teâlâ anhümâ” o zemân henüz çocuk idiler. O sırada biri Dıhyeyi görüp, geriye dönüp, kardeşine haber verdi ki, büyük babamızın yanında Dıhye oturur. Gel yanına varalım dedi. İkisi de acele ile mescide girdiler. Hazret-i Cebrâîl aleyhisselâmın mubârek dizleri üzerine oturdular. Mubârek ellerini hazret-i Cebrâîlin mubârek koynuna uzatdılar. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri bu şeyhzâdelerin böyle yapdıklarını görünce, hicâb edip, bunları men’ etmek istedi. Hazret-i Cebrâîl, Resûlullah hazretlerinin mahcûb olduğunu görünce buyurdu ki, yâ Resûlallah! Niçin elem çekersin. Bunlar küçük iken, hazret-i Fâtıma “radıyallahü teâlâ anhümâ” teheccüd nemâzını kılarken, Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri beni gönderdi. Hazret-i Fâtıma nemâzda iken elem çekmeyip, râhatca teheccüd kılsın diye, bunların beşiklerini sallardım. Ammâ yâ Resûlallah! Bu tecessüsden murâd-ı şerîfiniz nedir, ben onun için hayretdeyim. Yoksa bu hareketlerini bana karşı bir edebsizlik mi saydınız; böyle saymayınız. Hazret-i Fâtıma teheccüd nemâzından sonra uyurken, bunlar ağlardı. Allahü teâlâdan bana, var bunların beşiklerini salla, Fâtıma “radıyallahü teâlâ anhâ” uykusundan uyanmasın diye fermân gelirdi. (Cennetde, Alî, Hasen ve Hüseyn “radıyallahü anhüm” için bir nehr vardır). Sadâsını bunların mubârek kulaklarına ben getirmişdim. Onların üzerine çıkıp, ellerini koynuma sokmaları acâib olmaz. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Yâ kardeşim! Ma’sûmlardır. Şimdi birşey yapmadılar. Bir küstâhlık ederler diye mâni’ oldum. Zîrâ Dıhye derler eshâbımdan birisi vardır ki, dışarıya gider, her geldiğinde bize gelse, bunlara bir hediyye ile gelirdi. Sizi Dıhye zan edip, ellerini koynunuza uzatdılar.) Cebrâîl aleyhisselâm, Allahü teâlâ hazretlerine teveccüh edip, buyurdu ki, yâ Rabbî! Habîbin yanında beni utandırma. Niyâz etdiği gibi, güzel hitâb erişdi ki, (oturduğun yerden gözlerini yum. İki elini Cennet içine uzat. Her ne eline gelirse, al.) Hazret-i Cebrâîl ellerini Cennete uzatdığı gibi, bir yeşil salkım üzüm ve bir kırmızı nâr eline gelip, büyük şeyhzâde ki, hazret-i Hasendir, üzümü aldı. Küçük şeyhzâde ki hazret-i Hüseyndir, nârı aldı. Şeyhzâdeler bunları yerken, bir dilenci seslendi ki, yâ ehl-i beyt. O üzüm ve nârdan bana da verin.
- 553 -