İmâm-ı Şâfi’î de, edebini gözetmekden dolayı okumadı. Böylece edeb kapısını açdı. Bütün müctehidlere ve kavllerine, iyi düşünülmesini, ictihâdlarından dolayı kötülenemiyeceğinin bilinmesinin lâzım olduğunu ve bunların Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sözlerinden delîller çıkararak ictihâd etdiklerini bildirmek istedi. Yine (Mîzân)da nakl etmişdir ki, İmâm-ı Şâfi’î hazretleri buyurdu ki, her zemânda hadîs âlimleri Sahâbe-i güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” gibidir. Zemân-ı şerîflerinde buyururlardı ki, (Ben hadîs âlimlerinden birisini görsem, güyâ Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin Eshâb-ı güzîninden birisini görmüş gibi olurum!) (Mîzân)ın sözü temâm oldu. Ma’lûmdur ki, (Mîzân)dan nakl olan (Ravda)dan nakl olunanı nakz eder. İmâm-ı Şâfi’î hakkında ve onların yüksek şânlarına lâyık olan da budur.
Evliyânın efdali, Sıddîk-ı ekber, ba’dehu Fârûk,
ve Zinnûreynden sonra, Alîdir ol Velîyullah.
Kalan Eshâbı hem ki, cümlesinin zikri hayrolsun,
cemî’i Âl-ü Eshâb-ı kirâmı severim fillah.
Aşere-i mübeşşere ve Fâtıma, Hasen ve Hüseyn,
bu ümmetden bunlara Cennet ile neşhedü billah.
Ve gayri kimseye aynîle Cennetlik denilmez ki,
o gaybe hükm olur, gaybi ne bilsin kimse gayrillah.
Ve Eshâb-ı kirâmın cümlesinden sonra ümmetden,
cemî’i Tâbi’în olmuşdur, efdalü Evliyaillah.