Dört iş göstermek olmaz. Sözleşilen zemân iyi bilinmezse de, ücreti verilir. Ücret söylenmedi ise, tutulan kimse, işçi veyâ san’at sâhibi olarak çalışan biri ise, o memleketdeki ücret üzerinden hakkı verilir. Eğer böyle biri değilse, yardıma gelmiş olacağından birşey verilmez. Çağırmadan gelene de ücret verilmez.
Bir işçi, kendi çalışması şart ise, yerine başkasını çalışdıramaz.
Hammâl, yükü eve sokar. Fekat, yerine koyması lâzım değildir.
Dellâl ve simsâr, işçi gibidir. Fekat, bunlar iş karşılığı değil, elindeki malı satarsa ücret alır. Ücreti alacağına karşı tutmak üzere, borclusunu ücret ile çalışdırmak câiz değildir. [(Dürr-ül-muhtâr)da vakf kısmı sonu.]
Terziye kumaş verip, bir haftada dikersen yüz lira, iki haftada dikersen elli lira veririm demek, İmâmeyne göre câizdir. Dükkânda terzilik yaparsan, kirâsı yüz lira, demircilik yaparsan ikiyüz lira demek câizdir.
Boyacıya kumaş veren kimse, kırmızı istemişdim, sen mâvi boyamışsın dese, boyacı da, mâvi istemişdin dese, kumaş sâhibinin sözü kabûl olunur. Terzinin caket yerine pantalon dikmesi de böyledir. Bunların ücreti verilmez. Kumaşı da öderler veyâ sâhibi isterse yapılan şeyi alıp piyasaya göre işçilikden keser.
Malın kullanılacak hâli kalmazsa, icâre fesh olur. Kirâcının özrü ile de fesh olur. Meselâ diş tabîbi ile pazarlık etdikden sonra, ağrının kesilmesi veyâ ticâret için dükkân kirâladıkdan sonra, sermâyesinin helâk olması veyâ borcu çıkıp ödeyecek başka malı bulunmaması gibi veyâ sefere gitmek için kamyon tutmuş iken, bir sebeble seferden vazgeçmesi gibi. Fekat, şoför seferden vazgeçerse, mukâveleyi bozamaz ise de, şoförün hastalanması özr olur. Bir tüccâr, san’atkâr iflâs ederse, çırağı ile mukavelesi bozulur. Başkasına çalışan san’atkâr böyle değildir. Kirâya verilen şeyin satılması da özr değildir. Ya’nî mukâvele bozulmaz. Kirâladığı dükkânda yapdığı san’atı bırakıp, başka san’ata başlamak özr olur. Bir ev kirâladıkdan sonra, sefere çıkmak da özr olur. İki tarafdan birinin ölmesi de özrdür. Bir kirâcı, kirâladığı şeyi, dahâ yüksek ücret ile kirâya vermesi câiz ise de, kirâ farkını sadaka vermesi lâzımdır. Müşterek bir malı, ortaklar, müşterek kirâya verebilir. Ayrı ayrı verirlerse fâsid, biri hissesini kirâya verirse, bâtıl olur.
SİGORTA: İbni Âbidîn “rahmetullahi aleyh”, (Redd-ül-muhtâr) kitâbında, kâfirin emân ile, ya’nî izn verilerek islâm memleketine gelmesini anlatırken diyor ki, başka bir memlekete, onların izni ile giren kâfire (Müste’min kâfir) denir. Dâr-ül-islâma müste’min olarak gelen bir kâfir, burada yaşamakda olan bir zimmî gibi, ya’nî bir gayr-i müslim vatandaş gibi korkusuz yaşar. Onun haklarına mâlik olur. Bunun malını da, fâsid sözleşme ile almamız câiz olmaz. Bu müste’mine veyâ zimmîye olan borcunu ödemiyen müslimân habs olunur. Şu kadar var ki, müste’mini öldürene kısâs yapılmaz. Yalnız, (Diyet) denilen para cezâsı alınır. İbni Âbidîn, (İstîlâd)ı anlatırken buyuruyor ki, (Kıyâmetde, zimmînin ve hayvanların hakları altından kurtulmak, müslimânın hakkından kurtulmakdan dahâ gücdür. Zimmînin malını gasb eden veyâ çalan bir müslimân, kıyâmetde bunun azâbını çekecekdir).
Dâr-ül-harbde bulunan bir (Müste’min müslimân), meselâ, Türkiyeden Fransaya, ticâret için gitmiş olan bir müslimân, kâfirlerin malını, fâsid akd ile alabilir. Çünki, Dâr-ül-harbde bulunan müste’minin, kâfirlerin mallarını, onların rızâsı ile alması câizdir. Meselâ, onlara para verip fâiz alması, kumar oynayıp alması câiz olur. Çünki, onların malı, bizlere halâldir. Fekat, gadr, ya’nî sözümüzde durmamak, hıyânet etmek, her yerde harâmdır. Gönül rızâsı ile malını almak, gadr değildir. Malına, cânına, kadınına, kızına saldırmak gadr olur. Harâm olur. Fekat, müslimân memleketinde bulunan müste’min kâfirin malını, gönül rızâsı ile olsa bile, câiz olmıyacak yol ile almak, gadr olur. Çünki, islâm memleketinde, islâmiyyetin emrlerine uygun hareket edilir. Çünki, islâm memleketinde, islâmiyyetin emrlerine uygun hareket edilir.