1249

Bu makâm, yalnız (Ülül’azm) olan Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” verilmişdir. Bunlara tam uyan pek az seçilmişlere de ihsân ederler.

İslâmiyyet, bütün bu yüce makâmların temelidir. Bütün kazancların sermâyesidir. Ağaç ne kadar dal budak verse de ve duvar ne kadar yükselse ve üzerine yüksek binâlar yapılsa da, köksüz ve temelsiz olamaz. Köke, temele her zemân muhtâc olurlar. Bir binâda ne kadar çok kat yükselirse yükselsin, aşağıdaki katlara hep muhtâcdırlar. Hiçbir kat, altındaki kata olan ihtiyâcından kurtulamaz. Aşağıdaki katlardan biri çürük olursa, yukardaki katların hepsi de çürük sayılır. Onlardan biri yıkılınca, yukardakiler de yıkılır. Demek ki, islâmiyyet her zemân ve her makâmda lâzımdır. Hangi makâmda olursa olsun, herkes islâmiyyete uymağa muhtâcdır. Allahü teâlâ, ihsân ederek, bu makâmdan da yukarı çıkılırsa, ele geçenler, ihsân ile değil, muhabbet ile olur. Bu makâmın bu yüksek derecesi, Peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed aleyhisselâma mahsûsdur “aleyhi ve aleyhim ve alâ Âl-i küllinissalevâtü vetteslîmâtü vettehıyyâtü velberekât”. Bu yüce Peygambere tam uyanlardan ve izinde gidenlerden dilediklerini de bu ni’metle şereflendirirler. [Bu en yüksek makâm, âlem-i misâlde bir köşk şeklinde görünmekdedir.] Bu köşk çok yüksek görünüyor. Ebû Bekr-i Sıddîk, O yüce Peygambere tam uyduğu için, vâris olarak, bu köşkün içinde görünüyor. Hazret-i Ömer-ül-Fârûk da, bu ni’metle şereflenmişdir. Mü’minlerin annelerinden Hazret-i Hadîce ve Hazret-i Âişe-i Sıddîka da zevcelik bağı ile, bu köşkde görülmekdedir “radıyallahü anhüm ecma’în”. Her işin doğrusunu yalnız Allahü teâlâ bilir. Yâ Rabbî! Bize merhamet et! Bizleri doğru yola kavuşdur! Kıymetli kardeşim, ma’rifetler sâhibi şeyh Abdülhay, senelerce sohbetde bulundu. Şimdi memleketine gidiyor. Oraların makâmı kendisine verilmişdir. Bunu size birkaç satır ile bildirmek lâzım oldu. Ehlullah [ya’nî Allah adamları, ya’nî Evliyâ], hangi memleketde bulunursa, oradaki insanlar için büyük bir ni’metdir. Bunların se’âdete kavuşmaları için büyük müjdedir. Onları tanıyabilenlere, anlıyabilenlere ne mutlu!

[İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh”, birinci cild, 97. ci mektûbunda buyuruyor ki, (İnsanın yaratılması, ibâdet yapmak içindir. İbâdet yapmak da, yakîn ya’nî hakîkî îmâna kavuşmak içindir. Hicr sûresinin son âyetindeki (hattâ) kelimesi, belki de (için) demekdir. İbâdet yapmadan önceki îmân, sanki îmânın sûretidir. İbâdet yapınca, îmânın hakîkati hâsıl olur. (Vilâyet) ya’nî evliyâlık, Fenâ ve Bekâ demekdir. Fenâ, Allahü teâlânın râzı olmadığı şeylerin, kalbden çıkmaları, kalbde kalmamalarıdır. Bekâ, yalnız Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği şeylerin kalbde bulunmasıdır). İbâdet, Resûlullahın sünnetine, yoluna tâbi’ olmak demekdir. Bu yola (İslâmiyyet)denir. İslâmiyyete tâbi’ olmak için, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi îmân etmek, Allahü teâlânın emrlerini yapmak ve harâmlardan, bid’atlerden sakınmak lâzımdır. Harâmların en kötüsü, kul hakkıdır. Hükûmet adamları buna çok dikkat etmelidir. Adâlet yapmaları, islâmın en büyük düşmanı olan ingilizlere aldanmamaları, sulh zemânında, zevk ve safâya sapmayıp, düşmanlardaki silâhları temîn etmeleri, milleti tıb, ticâret, zırâat, san’at ve harb işlerinde yetişdirmeleri emr olundu. Bunlar, hakîkî bir âlimden öğrenilir. Bu âlime (Mürşid) denir. Bir mürşid bulup, onun sözlerinden, hâllerinden öğrenilir. Mürşid bulamazsa, bir mürşidin kitâbından öğrenilir. Mürşidin sohbeti veyâ kitâbı, en büyük bir ni’metdir. Ebedî se’âdete sebebdir. İnsan, bu sebebi çok sever. (İhsân sâhibini sevmek, insanların yaratılışında vardır) hadîs-i şerîfi meşhûrdur. İnsan, mürşidini sevdiği kadar, onun kalbinden feyz alır. Fenâ makâmına kavuşur. İbâdetlerini ihlâs ile yapmak nasîb olur. Her hareketi zikr olur. Kalb ile zikr söylemek de, fenâ makâmına kavuşdurur ise de, kalbine feyz gelerek kavuşmak, dahâ sür’atli olur.]

Sesli Okuma
DEVAMBİTİR
(1/5) Okuma ayarları →

(2/5) Kitap ve sayfa numarası seçimi

(3/5) Bölümler arasında dinamik geçiş

(4/5) Önceki veya sonraki bölüm ve sayfalar
(5/5) Sesli okuma ve yazı takibi
15 saniye geri alabilme.