ve Ebû Bekr-i Sıddîk ve Ömer-i şehîd ve Osmân-ı rahîm) sesini duyduk. Ebû Nu’aym ve İbni Asâkir bildiriyorlar ki, (Bir sapık, hazret-i Hasenin kabri üzerine pisledi. Hemen deli oldu. Sonra öldü) Beyhekî ve Vâkıdî bildiriyorlar ki, Fâtıma-i Huzâ’ıyye, hazret-i Hamzanın kabrini ziyâret etdi. Selâm verince, (Ve aleyküm selâm) denildiğini işitdi. Şeyh Mahmûd-i Kürdî, hazret-i Hamzanın kabrini ziyâret edip selâm verince, kabrden (Ve aleyküm selâm. Oğlunun ismini Hamza koy!) sesini işitdi. Evine gelince, oğlu oldu. Adını Hamza koydu. (Üsüd-ül-gâbe)de diyor ki, Resûlullahın kölesi Sefîne gemide idi. Gemi batdı. Bir tahtaya sarıldı. Dalgalar sâhile getirdi. Karaya çıkınca, bir arslan gördü. (Ey arslan! Ben Resûlullahın kölesi Sefîneyim) dedi. Arslan, koyun gibi, Sefîneyi yola kadar götürdü. Kuyruğunu sallayıp vedâ’ etdi. İbni Mende, Talha bin Ubeydüllahdan haber veriyor: Talha, bir gece, Abdüllah bin Amr bin Hirâmın kabrini ziyâret etdi. Kabrden Kur’ân sesi işitdi. Gelip Resûlullaha söyledi. (O Abdüllahdır. Allahü teâlâ, şehîdlerin rûhlarını Cennete koyar. Her gece rûhları bedenleri ile buluşur. Sabâh olunca, yine Cennetde olurlar) buyurdu. Beyhekî, Sa’îd bin Müseyyibden haber veriyor ki, hazret-i Alî ile Medîne kabristânına geldik. Selâm verip, (Hâlinizi bize bildirir misiniz? Yoksa, biz mi hâlimizi haber verelim?) dedi. Bir ses işitdik: (Ve aleykesselâm yâ Emîr-el mü’minîn. Bizden sonra olanları sen söyle!) dedi. İbni Ebiddünyâ diyor ki, hazret-i Ömer kabristâna gelip selâm verince, (Yâ Ömer! Dünyâda yapdıklarımızın karşılığını bulduk) sesi işitildi. İbni Asâkir diyor ki, hazret-i Ömer, bir gencin kabri yanına gelip selâm verdi. (Allahdan korkarak harâmdan sakınan için iki Cennet vardır) dedi. Kabrden bir ses gelip, (Yâ Ömer! Rabbim bana iki Cenneti de ihsân eyledi) dedi. Sehâvî diyor ki, bir kimse, Amr ibni Âs hazretlerinin kabrini ziyârete geldi. Orada duran birine kabrin yerini sordu. O da, ayağını uzatarak gösterdi. Ayağına felc gelip yürüyemedi. Beyhekî, Ya’lâ bin Mürreden haber veriyor: Ya’lâ, Resûlullah ile bir kabr yanına geldi. Kabrde azâb olduğunu işitip, Resûlullaha haber verdi. Resûlullah, (Ben de işitdim. Söz taşıdığı ve üzerine idrâr sıçratdığı için, azâb yapılmakdadır) buyurdu.
Büyük islâm âlimi Ahmed bin Süleymân bin Kemâl pâşa “rahmetullahi aleyh” hazretlerinin [934] hicrî yılında yazdığı kırk hadîs-i şerîf, [979] yılında, seyyid pîr Muhammed Nitâî “rahmetullahi teâlâ aleyh” tarafından türkçeye çevrilmişdir. [1316] da İstanbulda basılan bu tercemenin onsekizinci hadîs-i şerîfinde, (Bir işinizde şaşırırsanız ölmüşlerden yardım isteyiniz!) buyuruldu. Şeyh-ül-islâm Ahmed efendi, bu hadîs-i şerîfi açıklarken diyor ki:
Rûhun bedene bağlanması, kuvvetli bir aşk ile olmuşdur. İnsanın ölmesi, rûhun bedenden ayrılması demekdir. Fekat, rûh ayrıldıkdan sonra, bu aşkı bitmez. Rûhun bedene olan sevgisi, kuvvetli çekmesi, öldükden sonra, uzun zemân bitmez. Bunun içindir ki, ölülerin kemiğini kırmak, mezârı üstüne basmak yasakdır.
Bir insan, kuvvetli, olgun ve te’sîri çok olan bir zâtın mezârı yanında durup, o toprağı ve o zâtın bedenini düşünse, o zâtın rûhunun, bedenine ve dolayısı ile, o toprağa bağlılığı olduğundan, bu iki rûh karşılaşır. Gelen insanın rûhu, o zâtın rûhundan çok şeyler edinir ve güzelleşir, olgunlaşır. İşte bu fâideden dolayı, kabr ziyâretine izn verilmişdir. Bundan başka sebebler de yok değildir. İmâm-ı Fahreddîn-i Râzî “rahmetullahi aleyh”, (Metâlib-i âliyye) ve (Zâd-ı Me’âd) kitâblarında diyor ki, (Gelen insanın rûhu ile, kabrdeki zâtın rûhu, birer ayna gibidir. Birbirinin karşısına gelince, herbirinin ışığı, ötekinde aks eder, yansır. Gelen kimse, o toprağa bakıp, Hak teâlânın büyüklüğünü, öldürmesini, diriltmesini düşünüp, kazâ ve kaderine râzı olup, nefsi kırılırsa, rûhunda ma’rifet, feyz hâsıl olur. Bunlar, o zâtın rûhuna sirâyet eder. Bunun gibi, o zât, öldükden sonra, rûh âleminden ve rahmet-i ilâhîden ona gelmiş olan ilmler, kuvvetli eserler, onun rûhundan, gelen insanın rûhuna sirâyet eder, geçer.)
(El a’lâm) kitâbının sâhibi diyor ki, Peygamberlerin rûhları “aleyhimüsselâm” göklerde ve diledikleri yerlerde ve kabrlerinde zuhûr eder.