Fekat, hayli tahriklerle millî örf ve âdetlerinden mahrûm edildiler. Çeşidli düşmanlıklara ma’rûz kalmalarından başka, kendi dînî âyinlerini yerine getirmelerine sebeb olan şeyler de yasaklanmışdı. Çâresiz kalarak bu zorluklara ve tazyîklere katlandılar. Bu, kendilerini ma’nevî olarak islâmiyyetin kabûlüne zorlamak idi. Meselâ, Ömer-ül-Fârûk “radıyallahü anh” zemânında dört binden çok kilisenin yıkıldığı bildirilmişdir. Binlerce, câhil, dünyâya düşkün, hâmîsiz kimselerin, o zemânki karışıklıklar arasında mal ve mevki’ sâhibi olmak için islâmiyyeti kabûl etmelerine hayret edilmez. İslâmiyyetin bu şeklde yayılması, İskender gibi ba’zı cihangirlerin ortaya çıkmasına benzer. Müslimânların yapdığı büyük fethler, Kur’ân-ı kerîmin Allah tarafından gönderilen bir kitâb olduğunu göstermez. Hattâ müslimânların bunca fethleri ve çalışmaları, emrleri altında bulunan hıristiyanlara pek hoş gelmemişdir. Hâlbuki hıristiyanların da’veti Perslere dahâ çok te’sîr etmişdi. Zîrâ, bugün Avrupada, küçük bile olsa bir putperest cem’iyyeti bulunamaz. Müslimân ülkelerde ise, pek çok hıristiyan bulunmakdadır.
Yehûdîler, hıristiyanlığı red etdikleri için, Allahü teâlânın gadâbına uğradılar. Vatanlarından çıkarılarak, dünyâ üzerinde, her yerden koğulan, kötü bir kavm oldular. Acabâ hıristiyanlar da, islâmiyyeti red etdikleri için, yehûdîlerden dahâ fazla veyâ onlar kadar olsun bir musîbet ve belâya uğramışlar mıdır? Bugün yer yüzünde 150 milyon kadar müslimân bulunduğu hâlde, hıristiyanların sayısı 300 milyonu aşmışdır. Allah tarafından gönderilen hak din, adâleti ve insâfı emr eder. Kâmil bir îmân ve ibâdet sebebi ile Allahü teâlâya yaklaşma se’âdetini bahş eder. Bu din, kendisine inanan bir kavmi en yüksek derecelere ulaşdırıp, maddî ve ma’nevî huzûr içinde olmalarına sebeb olur. Bu husûslar şübhesizdir. Eğer islâmiyyetin zuhûru ile hıristiyanlık nesh edilip, hükmü kalkmış olsaydı, İslâm memleketlerinin servet ve se’âdet ile diğer memleketlerden üstün olması îcâb ederdi. Hâlbuki İslâmiyyetin doğduğu yer Arabistân olup, burası Muhammed “sallallahü aleyhi sellem” zemânında müslimânların emri altına girmişdi. Müslimânlar dahâ sonra, ilk halîfeler zemânında da, dünyânın zengin pek çok milletlerini emrleri altına almışlar, onlara hükm etmişlerdi. Fekat, ne çâre ki, az vaktde hâsıl olan o zenginlik, az zemânda yok oldu. Bugün bile, arablar fakîrlik içerisindedirler. Müslimân beldelerin çoğu harâb, arâzîleri zirâatdan mahrûmdur. Buralarda yaşayan müslimânlar servet, medeniyyet ve i’mârdan uzakdır. İlmde ve san’atda Avrupaya muhtâc olmuşlardır. Hattâ bir mühendis lâzım olsa, Avrupadan getirtirler. Denizcilik ve askerlik bilgilerini öğrenmek için gençlerinin tahsîl ve terbiyeleri, hıristiyân mu’allimlerine bırakılır.