[Haccı ihrâm içinde yapmak farz olup, ihrâm ile yapılmazsa hac sahîh olmaz. (İhrâm)peştemal gibi, iki beyâz bez olup, biri belden aşağı sarılır, diğeri de omuza sarılır. İple bağlanmaz ve düğümlenmez. İhrâm giyen kimseye, ba’zı işleri yapmak harâm olur. Bunun tafsîlâtı, fıkh ve ilmihâl kitâblarında yazılıdır.]
2— Tavâf: Tavâf, İbrâhîm ve İsmâ’îl aleyhimesselâmın sünnet-i şerîfeleri üzere, Kâ’be-i muazzamanın etrâfında yedi def’a dönmekdir. [Tavâf, Mescid-i harâm içerisinde yapılır. Tavâfa niyyet etmek de, ayrıca farzdır. Farz olan tavâfa, (tavâf-ı ziyâret) denir. Tavâfa,(Hacer-ül-esved) taşından başlamak da sünnetdir.] Tavâf ederken, Allahü teâlânın ve Onun Resûlünün öğretdikleri düâları okumak lâzımdır. Okunan düâların ma’nâ-i şerîfleri, Allahü teâlâyı en güzel şeklde ta’zîm ederek, Ondan rahmetini istemekdir.
3— Arafatda vakfeye durmak: Büyük küçük, zengin fakîr bütün müslimânlar, üzerlerinde sâdece ihrâm olduğu hâlde, mahşer ehline benzer bir şeklde, arefe günü ya’nî Zilhicce ayının dokuzuncu günü, öğle nemâzının vakti başladıkdan, ertesi gün fecr vaktine kadar, arafat meydânında bulunur ve rahmân olan Allahü teâlâdan afv ve magfiret isterler. [Bundan birgün evvel veyâ sonra Arafât meydânında bulunan kimsenin haccı sahîh olmaz.] Burada, yüz binlerce müslimân, hep bir ağızdan telbiyeyi arabî olarak okurlar. Telbiyenin ma’nâsı, (Buyur emret, ey varlığı mutlak lâzım olan Allahım, emrine hâzırım ve irâde-i ilâhiyyene itâat ederim. Senin benzerin ve ortağın yokdur) demekdir.
Haccın ma’nevî cihetine gelince, erbâbı olanlar, haccın âdâbı ve farzları için, nice ma’nâlar beyân etmişlerdir. Geçmiş dinlerde, Allahü teâlâya yaklaşmak için, insanlardan uzaklaşıp, dağlarda yalnız başına yaşanılırdı. Allahü teâlâ, ümmet-i Muhammede, bu rûhbânlığı emr etmeyip, onun yerine haccı emr etmişdir. Hac yapan kimsenin zihni, ticâret gibi dünyâ meşgalelerinden uzak olup, sâdece Allahü teâlâyı düşünmekdedir. Müslimânlar, riyâ ve gösterişden uzak, âilesinden ve vatanından çıkarak, bu vâdîye ve bu sahrâya düşünce, dünyâdan çıkıp, mahşer yerini ve kıyâmet hâllerini hâtırlar. Elbiselerinden soyunup, beyâz ihrâma girince, kefenleri ile, Allahü teâlânın huzûruna gitdiklerini düşünürler. (Lebbeyk) ya’nî buyur Allahım buyur, emrine hâzırım derken, düâsının kabûlü ile kabûl edilmemesi korkusu içerisinde, Allahü teâlâdan rahmetini ve mağfiretini istemekdedirler. Harem-i şerîfe [ya’nî Mescid-i harâma] kavuşunca, Beytullahı ziyâret için gelenlerin zahmetlerinin boşa gitmeyeceğini bilirler.