Vücûd, var olmak demekdir. (Vücûd) kelimesinin zıddı (Adem) kelimesidir. Adem, yokluk demekdir. Âlemler, ya’nî herşey, var olmadan önce, ademde idi. Ya’nî yok idiler.
Mevcûd, ya’nî var olan şey ikidir: Biri, yok iken, sonradan var olan (Mümkin), ikincisi hep var olan (Vâcib)dir. Eğer mevcûd, yalnız mümkin olsaydı ve vâcib-ül-vücûd bulunmasaydı, hiçbir şey var olamazdı. Çünki, yok iken var olmak, bir değişiklikdir, bir olaydır. Fizik bilgimize göre, her cismde bir olay olması için, bu cisme dışardan bir kuvvetin te’sîr etmesi, bu kuvvet kaynağının, bu cismden önce mevcûd olması lâzımdır. Bunun için, mümkin olan mevcûd, kendi kendine yokdan var olamaz ve varlıkda duramaz. Ona bir kuvvet te’sîr etmeseydi, hep yoklukda kalırdı. Var olamazdı. Kendini var edemiyen, başka mümkinleri de elbette halk edemez, yaratamaz. Mümkini yaratanın, vâcib-ül-vücûd olması lâzımdır.Âlemin var olması, bunu yokdan var eden bir yaratıcının var olduğunu gösteriyor. Görülüyor ki, hâdis olmıyarak ve mümkin olmıyarak, ya’nî hep var olarak, bütün mümkinlerin tek yaratıcısı, ancak vâcib-ül-vücûd olan Allahü teâlâdır.
Allahü teâlânın vâcib-ül-vücûd ve hakîkî ma’bûd ve bütün varlıkların yaratıcısı olduğuna inanmak lâzımdır. Dünyâ âleminde ve âhiret âleminde bulunan herşeyi, maddesiz, zemânsız ve benzersiz olarak yokdan var eden, ancak Allahü teâlâdır diye kesin inanmalıdır. Her maddeyi, atomları, molekülleri, elementleri, bileşikleri, organik cismleri, hücreleri, hayâtı, ölümü, her olayı, her reaksiyonu, her çeşid kuvveti, enerji nev’lerini, hareketleri, kanûnları, rûhları, melekleri, canlı cansız her varı, yokdan var eden ve hepsini, her ân varlıkda bulunduran yalnız Odur. Âlemlerde olan herşeyi, hiçbiri yok iken, bir anda yaratdığı gibi, her zemân, birbirlerinden de var etmekdedir. Kıyâmet zemânı gelince, herşeyi bir ânda yine yok edecekdir. Her varlığın yaratanı, sâhibi, hâkimi yalnız Odur. Onun hâkimi, âmiri, üstünü yokdur diyerek inanmak lâzımdır. Her üstünlük, her kemâl sıfat, Onundur. Onda hiçbir kusûr, hiçbir noksan sıfat yokdur. Dilediğini yapar. Yapdıkları, kendine veyâ başkasına fâideli olmak için değildir. Bir karşılık için yapmaz. Bununla berâber, her işinde, hikmetler, fâideler, lutflar ve ihsânlar vardır. O kadîmdir. Ya’nî hep var idi. (Vâcib-ül-vücûd) demek, vücûdu başkasından olmayıp, ancak kendindendir, ya’nî kendi kendine hep vardır demekdir. Başkası tarafından yaratılmamışdır. Eğer böyle olmazsa, mümkin ve hâdis olması, başkası tarafından yaratılması lâzım olur. Bu ise, düşünülenin tersine olan bir netîcedir. Fârisîde (Hudâ) demek, kendi kendine hep var olucu, ya’nî kadîm demekdir.