Onların doğru yollarından sapdılar. Yüzbinlerle müslimânın da Cehenneme gitmelerine sebeb oldular.
Dört mezhebin âlimleri, derin ilmlerini Kur’ân-ı kerîmden ahkâm çıkarmakda kullanmadılar. Buna cesâret edemediler. Resûlullahın ve Eshâb-ı kirâmın bildirdiklerini anlamakda kullandılar. Allahü teâlâ, insanlara Kur’ân-ı kerîmden hükm çıkarınız diye emr etmiyor. Resûlümün ve Eshâbının çıkardığı hükmlere uyunuz, bunları kabûl ediniz diyor. Bid’at sâhiblerinin, ya’nî mezhebsizlerin, bu inceliği anlıyamamaları, kendilerini felâkete sürüklemişdir. Bir âyet-i kerîmede meâlen, (Resûlüme itâ’at ediniz!), (Resûlüme tâbi’ olunuz!)buyuruldu. Bu âyet-i kerîme ve Resûlullahın (Eshâbımın yoluna sarılınız!)emri, bu sözümüzün vesîkasıdır. Mezheb imâmlarına uymak, Allahı ve Resûlü bırakıp, kula kul olmak olsaydı, Eshâb-ı kirâma uymak da böyle olurdu. Böyle olmadığı için, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bunu emr etmişdir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, insanların kısaca îmân etmelerini ve gördükleri gibi ibâdet yapmalarını emr ederdi. Bunların delîllerini bilmeği hiç teklîf etmezdi. Bunu imâm-ı Gazâlî (Kimyâ-ı se’âdet) kitâbında uzun bildiriyor. Cenâb-ı Hak, kâfirlerin analarını, babalarını taklîd etmelerini takbîh ediyor. Böylece, küfrü bırakıp, îmân etmelerini emr ediyor. Peygamberini taklîd etmeği takbîh etmiyor. Bunu emr ediyor. Resûlullah da, Eshâbını taklîd etmemizi emr ediyor. Şakîleri taklîd fenâdır. Fekat bunun fenâ olması se’âdet yolcularını taklîde mâni’ olamaz. Îmân kısmının delîllerini anlamak kolay olsaydı, Beyrutdaki hıristiyan arabların kolayca îmâna gelmeleri lâzım olurdu. Îmân edilecek şeylerin delîllerini anlamak kolay olmadığı için, delîllerini anlamadan îmân etmemiz emr olundu ve böyle îmân edenlere mü’min ve müslimân denildi. Allahü teâlâ, ahkâm-ı islâmiyyenin delîllerini öğrenmek ve anlamak ile de müslimânları mükellef kılsaydı, Onun Resûlü de, bunu teklif ederdi. Hâlbuki, hiç teklif etmediğini, yukarda bildirdik. Reşîd Rızâ, (Peygamberler yanılmaz, müctehidler yanılır) diyerek, müctehidlerin bildirdiği ahkâmın, Peygamberlerin bildirdiğinden başka olduğunu sanıyor. Hâlbuki, müctehid demek, mezheb imâmı demek, ömrünü sarf ederek, gece gündüz çalışarak, Peygamberin ve Eshâb-ı kirâmın bildirdikleri ahkâmı araşdırıp bulan ve bunları müslimânlara bildiren büyük âlim demekdir. Hiçbir müctehid, hiçbir ibâdete, hiçbir şey ilâve etmemişdir. Bunun bid’at olduğunu ve büyük günâh olduğunu sözbirliği ile bildirmişlerdir.