Reformcunun, bu âyetde kâfirlere, taklîd etmeleri emr olunmuyor demesi, işi mugalataya boğmakdır. İslâm âlimleri, kâfirlere taklîd etmeleri emr olunuyor demiyorlar ki, dinde reformcunun bu sözlerine hak verilsin. Allahü teâlâ, bilmiyenlerin, bilenlere sormasını emr ediyor. İslâm âlimleri de “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, müslimânlar yapacakları işi nasıl yapacaklarını bilenlerden sormalıdır diyorlar ve bu sözlerini bu âyet-i kerîmeden çıkarıyorlar. Mes’ele bu kadardır. Amellerde taklîd etmek, delîl araşdırmak diye bir şey yokdur. Amellerde taklîdi, i’tikâdda taklîd ile karışdırarak, dinde reformcu, kendisini haklı çıkarmak çabasındadır. Yapılacak bir işde delîlsiz olarak bir âlimi taklîd etmek ayrı bir mes’eledir. Bu ayrı mes’ele de, birinci mes’eleden kendiliğinden ortaya çıkmakdadır. Yapılması veyâ terk edilmesi lâzım olan bir işi bilene sorup, ondan öğrendiği gibi yapmak, onu taklîd etmek demekdir. Hâlbuki îmân etmekde taklîd böyle değildir. İ’tikâd edilecek şeyleri sorup öğrendikden sonra, hemen îmân hâsıl olmuyor ki, buna taklîd denilsin. Öğrendikden sonra, düşünmek, beğenmek ve kabûl etmek, ondan sonra îmân etmek hâsıl oluyor. İslâmın istediği îmân budur. Öğrendikden sonra, düşünmeden, beğenmeden, iz’ânsız olan îmân, taklîd ile îmân olur. Delîlsiz olur. Kâfirlerin, analarını babalarını görerek kâfir olmaları böyledir. İslâmın istediği îmân, insanın iz’ân ile, delîl ile, kendi kararı ile olan îmândır. Kâfirlerin küfrü, kendilerinden hâsıl olmayıp, analarından babalarından alınmakdadır. Onlardan kendilerine mal olmakdadır. Görülüyor ki, îmânda taklîdin yeri yokdur. Îmânda taklîd câiz olmadığı için, taklîd olunanlar, kendilerini bu bakımdan taklîd edenlerden kıyâmetde kaçacaklardır. İbâdetlerde taklîd, Allahü teâlânın emri ile hâsıl olduğu için, öğretenler de, öğrenenler de, Cennete kavuşacaklardır.
Dinde reformcunun, (Müslimânlar, ba’zı kimseleri delîl sayarak, Kur’ândan yüz çevirdiler) demesi, çok aşağı, çok iğrenç bir davranışdır. Müslimânları kâfir yapmakdır. Açık bir nassa dayanmıyarak veyâ şübheli bir nassın te’vîli olmıyarak yalan ve iftirâ yolu ile, bir müslimâna kâfir diyenin kendisi kâfir olur. Müslimânlar, din imâmlarının kendilerini taklîd etmiyorlar. Onlardan murâd-ı ilâhîyi ve murâd-ı peygamberîyi öğrenerek, Allahü teâlânın ve Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” emrlerine sarılıyorlar. Müctehidler, ara yerde bir vesîle, bir vâsıtadır. Mâide sûresi, 35.ci âyetinde meâlen, (Benim rızâma kavuşmak için vesîle arayınız!) buyuruldu. Müslimânlar, Allahü teâlânın bu emrine uyarak, amelde mezheb imâmlarını vesîle yapıyorlar.