Ebû Bekr “radıyallahü anh” yarımadada hâsıl olan bu karışıklıkları düzeltdi. Mürtedlerin terbiyesi ile uğraşdı. Vakt-i se’âdetde olduğu gibi, birlik te’mîn etdi. Ömer “radıyallahü anh” halîfe olunca, bir hutbe okuyup:
(Ey Resûlün Eshâbı “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”! Arabistân, ancak sizin atlarınıza arpa yetişdirebilir. Hâlbuki Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselâmın ümmetine, yeryüzünün her tarafında, yer, memleket vereceğini, Habîbine va’d etmişdir. Hani, bu va’d edilen memleketleri zabt ederek, dünyâda ganîmete, âhıretde gazâ ve şehîdlik rütbesine nâil olmak istiyen erler nerede? Din uğruna can ve baş fedâ ederek, vatanlarını bırakıp, Allahü teâlânın kullarını zâlimlerin pençelerinden kurtaracak gâzîler nerede?) diyerek Eshâb-ı kirâmı cihâda ve gazâya teşvîk buyurdu. İşte İslâm memleketlerinin, üç kıt’a boyunca, hızla genişlemesine, milyonlarca insanın küfrden kurtulmalarına sebeb, hazret-i Ömerin “radıyallahü anh” bu nutkudur. Bu nutk üzerine, Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” ölünceye kadar cihâd ve gazâ etmeğe ahd ve ittifâk etdi. Halîfenin gösterdiği şeklde ordular kurulup, Ehl-i islâm, yerlerini, yurdlarını terk ile Arabistândan çıkıp, her tarafa yayıldı. Gidenlerin çoğu, geri dönmeyip, gitdikleri yerlerde, ölünciye kadar cihâd etdi. Böylece, az vaktde çok memleket alındı. O vakt, iki büyük devlet vardı. Biri Rum İmperatorluğu, diğeri Îrân devleti idi. Ehl-i islâm, ikisine de gâlib geldi. Hele Acem devleti, büsbütün ortadan kalkdı. Memleketlerinin hepsi, müslimânların eline geçdi. Ehâlîsi müslimân olmakla şereflendi. Dünyâda râhata, âhiretde ebedî se’âdete kavuşdular. Osmân ve Alî “radıyallahü anhümâ” zemânlarında da böyle gazâ ile uğraşıldı. Fekat, Osmân “radıyallahü anh” zemânında, halîfeye karşı gelenler türedi ve şehîd etdiler. Alî “radıyallahü anh“ zemânında, hâricî kavgaları baş gösterdi. Ehl-i islâm arasında ayrılık başladı. Feth ve zaferin en büyük sebebi ise, ittifâk ve birlik olduğundan, bunların zemânında, Ömer “radıyallahü anh” zemânı kadar, memleket alınamadı.
Hulefâ-i râşidîn zemânı, otuz sene idi. Bu otuz sene, Peygamberimiz “aleyhisselâm” zemânı gibi güzel geçdi. Bu dört halîfeden sonra, Ehl-i islâm arasında, bid’atler ve yanlış yollar meydâna çıkarak, nice kimseler doğru yoldan ayrıldı. Yalnız, Eshâb-ı kirâm gibi îmân edenler ve ahkâm-ı islâmiyyeye onlar gibi tâbi’ olanlar kurtuldu ki, bunların yoluna (Ehl-i sünnet vel-cemâ’at) fırkası denir. Ehl-i sünnet âlimi demek, dört mezhebden birinin âlimi demekdir. Doğru yol, yalnız budur. Peygamber “aleyhisselâm” efendimizin ve Eshâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” gitdiği doğru yol, Ehl-i sünnet âlimlerinin gösterdiği yoldur “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”.