Mezheb değişdirmiş olmaz. Yalnız o işi yaparken diğer mezhebin şartlarına ri’âyet etmesi lâzımdır.
İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Redd-ül-muhtâr)ın ikinci cildi, beşyüzkırkikinci sahîfesinde buyuruyor ki, (Bir Hanefî, abdest alırken niyyet etmese, bu abdest ile öğleyi kılsa, câiz olur. İkindiden sonra Şâfi’î olup ikindiyi kılsa, sahîh olmaz. Niyyet ederek tekrâr abdest alması lâzım olur). (Ta’zîr)i anlatırken diyor ki, (Bir kimse, dînî, ilmî lüzûm olmadan dünyâ işleri için mezhebini değişdirse, dînini oyuncak yapmış olur. Cezâlandırılması lâzım olur. Îmânsız ölmesinden korkulur. Bir âyet-i kerîmede meâlen, (Bilenlerden sorunuz!) buyuruldu. Bunun için, müctehide sormak, bir mezhebe uymak vâcib oldu. Bir mezhebi taklîd etmek, ya’nî bu mezhebe uymak, o mezhebde olduğunu söylemekle olur. Söylemeksizin, kalb ile niyyet ederek de olur. Mezhebe uymak, mezheb imâmının sözlerini okuyup, öğrenip yapmak demekdir. Öğrenmeden, bilmeden, ben Hanefîyim, ben Şâfi’îyim demekle, o mezhebe girmiş olmaz. Böyle olanlar, hocalara sorarak, ilmihâl kitâblarından öğrenerek ibâdet yapmalıdır). Şâhidliği anlatırken diyor ki, (Mezhebe ehemmiyyet vermiyerek veyâ kolayına geleni yapmak için mezheb değişdirenin [ve mezhebleri birleşdirenin, kolaylıklarını seçip toplıyanların] şâhidliği kabûl olmaz).
İbni Âbidîn önsözünde diyor ki, (Halîfe Hârûn-ür-reşîd, imâm-ı Mâlike dedi ki, islâm memleketlerinin her tarafına senin kitâblarını yaymak ve herkesin yalnız bu kitâblara uymalarını emr etmek istiyorum. İmâm-ı Mâlik buyurdu ki, yâ Halîfe, böyle yapma! Âlimlerin mezheblere ayrılması, Allahü teâlânın bu ümmete olan rahmetlerinden biridir. Herkes, dilediği mezhebe uyar. Mezheblerin hepsi, doğrudur).
(Mü’min) ve (Müslim) ve (Müslimân) demek, Allahü teâlâ tarafından, Muhammed aleyhisselâm vâsıtası ile, insanlara bildirilmiş ve islâm memleketlerine yayılmış din bilgilerine inanan, kabûl eden kimse demekdir. Bu bilgiler Kur’ân-ı kerîmde ve binlerce hadîs-i şerîflerde bildirilmişdir. Bu bilgileri, Eshâb-ı kirâm Peygamberimizden “sallallahü aleyhi ve sellem” işitmiş, (Selef-i sâlihîn) de, ya’nî Eshâb-ı kirâmdan sonra, ikinci ve üçüncü asrlarda [yüzyıllarda] gelen islâm âlimleri de, Eshâb-ı kirâmdan işiterek veyâ bu işitenlerden işiterek kitâblarına yazmışlardır. Sonra gelen islâm âlimleri, Selef-i sâlihînin kitâblarındaki bilgileri başka başka açıklamışlar, birbirlerinden ayrılmışlar, ma’nâları açık bildirilmemiş, inanılması lâzım bilgilerde, yetmişüç ayrı fırka meydâna gelmişdir.