Dinde reformcuların yukarıdaki, (iyi işleri îmâna katmalı) sözü, islâm âlimleri arasında eskiden beri tartışılan bir bilgiyi meydâna çıkarmak olmayıp, iyi iş yapmağı îmândan üstün tutmak, dahâ doğrusu dînin temeli olan îmânı ve ibâdetleri atarak, yalnız iyi işleri, güzel bildikleri ahlâkı, son asrın terbiye metodları ile karışdırarak, buna islâmiyyet ismini vermek demekdir. Bu da, dîne yalnız dünyâ için inanmakdır.
Dinde reformcular, yalnız ahlâkı ve dünyâ düzenini düşünüyorlar. Kitâbımızın başında açıkladığımız gibi, (dînin aslı, esâsı yok ise de, ahlâkı düzelten fâideli bir kuvvet olduğu için, yalancıkdan inanmak ve milleti de, aslı varmış gibi inandırmak iyi olur) diyorlar. Amelin, îmânın şartı olmasını istiyorlar. Fekat, bu arzûlarına akl ile ve nakl ile hiçbir delîl, hiçbir sened gösteremiyorlar. Yalnız, (amelsiz îmân neye yarar? Kelâm âlimleri, ameli îmâna katmamakla, mükemmel bir sosyal din olan islâmiyyeti, nazarî, teorik bir din hâline düşürmüşler) gibi ilm ile ve akl ile ilgisi olmayan, yalnız hissi okşayan ve câhillerin anlamasına uygun olan şeyler söylüyorlar. İslâm âlimlerine düşmanlıkları ateşinin, akl gözleri üzerine yığdığı dumanlar arasında, bu sözleri sayıklıyorlar. Kelâm âlimlerinin kitâblarından haberleri olmadığı için, müslimân adını taşıyanlarda gördükleri ahlâk bozukluğuna çâre olarak islâmiyyete saldırıyorlar. Bunların ne kadar haksız ve ne derece ahlâksız olduklarını gün ışığına çıkarmak için, islâm âlimlerinin ve tercîhan Ehl-i sünnet (kelâm ilmi) mütehassıslarının sözlerini kısaca bildirmeyi uygun görüyoruz:
Ehl-i sünnet mezhebine göre, büyük günâh işliyenin îmânı gitmez. Ya’nî kâfir olmaz. Günâh işleyen müslimâna (fâsık) denir. İ’tikâdı, ya’ni îmânı sağlam olan fâsıklar, âhıretde Cehennem azâbını yâ görür veyâ görmez. Görür ise, sonra mağfirete kavuşarak, Cehennemden çıkar. Müslimânlığın temeli, Allahü teâlânın birliğine ve Allahın peygamberi olan Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği belli olan ahkâmın, ya’nî emrlerin ve yasakların hepsini Allah tarafından getirmiş olduğuna inanmakdır. Ya’nî emrleri yapmak ve yasak edilenleri yapmamak îmânın şartı değil ise de, yapmak ve yapmamak lâzım olduğuna inanmak îmânın şartıdır. Böyle îmânı olmayan, ya’nî müslimân olmayan kimseye (kâfir) denir. Kâfirler, ne kadar iyi iş ve insanlara fâideli buluşlar yapsa da, âhıretde azâbdan kurtulamaz. İbâdetler ve bütün iyi işler kıymetli ise de, bunları yapmak, îmânın yanında ikinci derecede kalır. Îmân temeldir. İyi işleri yapmak, fürû’âtdır, ya’nî ikinci derecededir.