Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimize islâmiyyet nedir diye soruldukda, (Müslimânlık, Allahü teâlânın emrlerini büyük bilmek ve Allahü teâlânın mahlûklarına acımakdır) buyurdu. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” bu hadîs-i şerîfde gösterdiği ışıklı yolda ilerliyen insanlar, hangi kavm, hangi millet, hangi dinden olursa olsun, Allahın kullarının haklarına dokunmanın, âhiretde büyük suç olacağını bilirler. Bu insanlardan kimseye zarar gelmiyeceğini yukarıdaki vesîka açıkça göstermekdedir. İslâmiyyetde şahsların ve cem’iyyetin menfe’atlerine çalışılmakla berâber, müslimânların gâyesi, bu menfe’atlerden dahâ üstün ve ilâhî bir şeydir. Menfe’ati düşünmek, tabî’î ve lâzım ise de, bunu her gâyenin üstünde görmek ayb, kusûr ve fenâ bir egoistlik olduğu gibi, dinden ayrı olan milliyyet hissini herşeyin üstünde görmekle de, bu egoistlikden kurtulamaz. Böyle olan milliyyet hissi ile hareket eden adam, kendinin de o milletin içinde olduğunu düşünmüş, bunun için az çok egoistce hareket etmişdir. Müslimânları harekete getiren maksad ise dahâ temiz ve dahâ necîbdir. Herşeyin üstünde olarak, din için, ya’nî Allah için çalışan her müslimân, büyük bir aşk ve fedâkârlıkla hareket eder. Milletinin yükselmesi dahâ kolay ve sağlam olur. Başka milletlere de zararı dokunmaz. Müslimân, her adımını Allah için atan, her hesâbını Allah için yürüten bir insan demekdir. Böyle bir insanın ne kendine, ne de hiçbir kimseye zararı olamaz. Hâlbuki, dîni ve Allahı bırakıp da, dinden ayrı olan milliyyeti düşünenler, hiç olmazsa, başka milletlere karşı, hakka ve adâlete bağlı davranmayabilirler. Din sâhibi olmak, Fransızların,(Chacun pour soi et Dieu pour tous) ata sözünde olduğu gibi herkes için fâideli olmakdır.
(Âl-i İmrân) sûresi, altmışdördüncü âyetinde meâlen, (Ey Allahın kitâbına inanıyoruz diyen yehûdî ve hıristiyanlar! Aramızda ayrılık olmıyan söze, ya’nî îmâna geliniz!) buyuruldu. İşte insanlık karşısında, dîne hürriyyet veren ile din hürriyyeti tanımıyan milliyyetciliğin farkı!
38 — Dinde reformcu diyor ki; (İslâmiyyetdeki âile hayâtında erkek tam hâkim, kadın da tam mahkûmdur. Anadolu köylerinde erkeğinden çok çalışan, erkeği gibi çift süren kadınlar da vardır. Erkek dışarda, kadın ev içinde çalışır. Gezmeğe ve eğlenmeğe vaktleri kalmaz. Maddî ve ma’nevî ihtiyâçları da azdır. Fakîrlik ve baskı altında ezilen erkekler, intikâmlarını kadınlardan alır gibi, onlara işkence ederler. Kadın isyândan ziyâde itâ’at gösterir. Erkeğin düşüncesi, onu kadına karşı haklı, şefkatli davrandıracak kadar değildir.