Sekizinci sınıf, (Müellefe-i kulûb) denilen kimseler olup, kalblerine îmân yerleşdirilmesi istenilen veyâ kötülükleri önlenmek istenilen ba’zı kâfirler ve yeni îmân etmiş olan ba’zı za’îf müslimânlar idi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bunların üçüne de zekât verirdi. Fekat, hazret-i Ebû Bekr zemânında, Beyt-ül-mâl emîni olan hazret-i Ömer, İbni Âbidînde yazılı âyet-i kerîmeyi ve (Kütüb-i sitte)nin hepsinde bulunduğunu haber verdiği, Mu’âz hadîsini okuyarak, Müellefe-i kulûb olanlara zekât verilmesini Resûlullah nesh eylemişdir dedi. Halîfe ve Eshâb-ı kirâmın hepsi, bunu kabûl ederek, nesh edilmiş olduğuna ve artık bunlara zekât verilmemesi için icmâ’ hâsıl oldu. (Nesh), Resûlullah hayâtda iken olur. (İcmâ’) ise, vefâtından sonra olur. Bu inceliği anlamıyanlar, bunu hazret-i Ömerin nesh etdiğini sanıyorlar. Eshâb-ı kirâma ve fıkh âlimlerine dil uzatıyorlar. (Bedâyı’) ve diğer kitâblarda bildirildiği gibi, islâmiyyete yardım için, düşmanın zararını önlemek için, onlara mal, para her zemân ödenir. Fekat bu Beyt-ül-mâlın zekât bölümünden değil, başka bölümünden ödenir. Görülüyor ki, Müellefe-i kulûb denilen kimselere ödeme yapılması yasak edilmemiş, onlara zekât verilmesi yasak edilmişdir.
Dört dürlü (Zekât malı) vardır: Altın ve gümüş, ticâret eşyâsı, dört ayaklı kasab hayvanları, toprak mahsûlleri. Toprakda yetişen maddelerin zekâtına (Uşr) denir.(Mecma’ul-enhür)de ve (İbni Âbidîn)de buyuruyor ki, (Zenginlerden her çeşid zekâtı devlet topluyordu. Halîfe Osmân “radıyallahü anh” (Altın ile gümüş ve ticâret eşyâsı) zekâtlarının verilmesini sâhiblerine bırakdı. Zekât toplayan me’mûrların millete zulm etmemeleri ve kul borcu olanın malından zekât almamaları için böyle yapdı. Borcluları da hapse girmekden kurtardı. Eshâb-ı kirâmın hepsi böyle yaparak, icmâ’ hâsıl oldu. Bu malların zekâtını sâhibi verince, hükûmet istiyemez. İsterse, icmâ’a karşı gelmiş olur). Mal sâhibi, zekâtını kendi veremez demek, hazret-i Osmân zemânındaki Eshâb-ı kirâmın sözbirliğini hiçe saymak olur. (Ehl-i sünnet) âlimleri, Eshâb-ı kirâmın büyüklüğünü anlamış, kendi görüşlerine, anladıklarına uymayıp, Eshâb-ı kirâmın icmâ’ına uymuşlardır.
(Ehl-i sünnet) âlimleri bildiriyor ki, (Zenginin, zekâtını fakîrin eline vermesi lâzımdır. Zengin olan bir kimse velîsi olduğu yetimi zekât niyyeti ile doyurursa, zekât vermiş olmaz. Yemeği çocuğa vermeli, çocuk kendi malını yimelidir. Zengin, altını masa üstüne koysa, bir fakîr de gelip, masadan alsa, kabûl olmaz. Fakîr veyâ vekîli alırken, zenginin görmesi lâzımdır. Zekât niyyeti ile fakîri evinde parasız oturtsa, kirâ almasa, kabûl olmaz.