Büyük islâm âlimi, râsih ilmli ve tesavvuf mütehassısı seyyid Abdülhakîm Efendi, bu âyet-i kerîmeyi, İstanbulda Bâyezîd câmi’inde, hem Beydâvî hâşiyesinden, hem de Ebüssü’ûd ve Ni’metullah tefsîrlerinden günlerce açıklıyarak, dinleyen kültürlü gençleri hayrân etmiş, gönüllere ferâhlık vermişdi. Seyyid Kutb da, böyle zülcenâhayn bir derin islâm âliminin derslerinde ve sohbetlerinde senelerle bulunmakla şereflenip, ilm ve ma’rifet deryâsından birkaç damlaya kavuşsaydı, âyet-i kerîmelerin, sarâhatinden, ifâdesinden, işâretlerinden, delâletlerinden, iktizâsından ve tezammunlarından birşeyler anlıyabilirdi. Tefsîr ve müfessir ne demek olduğunu, belki sezerdi. O derslerin feyzleri, taş gibi katı, zift gibi kara olan kalbleri yumuşatıp, tezkiye edip, hakkı bâtıldan ayırabilecek, islâm âlimlerinin, Selef-i sâlihînin büyüklüğü karşısında titreyebilecek bir hâle getirir. Evet, Ehl-i sünnet âlimlerinin yüksekliklerini öyle anlar ki, se’âdet-i ebediyyeye kavuşmak için, onlara uymakdan başka çâre olmadığına tam inanır. İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî “rahmetullahi teâlâ aleyh” de, (Mektûbât) kitâbında,(Peygamberlerin vârisleridir) ve (Mürekkebleri, şehîdlerin kanından dahâ ağır gelecekdir) hadîs-i şerîfleri ile medh olunan âlimlerin, (Ehl-i sünnet) âlimleri olduğunu muhtelîf mektûblarında tekrâr tekrâr bildirmekdedir.
Seyyid Kutbun, Mâide sûresindeki âyet-i kerîmeyi ileri sürerek, yüzlerce tefsîr âlimini küçümsemesi, yalnız İbni Cerîri ayırarak onu övmesi, kendisinin mezhebsiz olduğunu ortaya koymakdadır. (Feth-ul-mecîd) ismindeki meşhûr vehhâbî kitâbının ikiyüzkırkdokuzuncu sahîfesinde de, İbni Cerîr bakınız nasıl övülmekdedir. (Yer yüzünde, Muhammed bin Cerîr bin Yezîd Taberîden dahâ âlim kimse yokdur. Müctehidlerden idi. Kimseyi taklîd etmezdi. Kendi mezhebinde yetişdirdiği çok talebesi vardı. Üçyüzon senesinde vefât etdi). Bunların ibni Cerîri medh etmeleri doğrudur. Fekat, bunu ileri sürerek, başka tefsîrleri ve müctehidleri küçümsemeleri, mezhebsiz olduklarını göstermekdedir.
(Hadîka)nın dörtyüzaltmışıncı sahîfesinde buyuruyor ki: (İ’tikâdda, taklîd ederek, işitdiğine îmân etmek câiz ise de, nazar ve istidlâl etmediği için, ya’nî inceleyip araşdırmadığı için, günâh işlemiş olur. Amelde, ibâdetlerde, araşdırmadan, bir mezheb imâmına tâbi’ olmak, sözbirliği ile câizdir. Uzun zemândan beri, müctehid olmak için lâzım olan şartları kendinde toplıyacak kimse kalmadığı için, her müslimânın dört mezhebden birini öğrenmesi lâzımdır. Bu da ancak, güvenilen bir kitâbı okumakla veyâ sâlih olan âlimden sorup anlamakla mümkin olabilir.