Cebrâîl aleyhisselâm içeri girdi. Azrâîl aleyhisselâmın kapıya geldiğini, içeri girmeğe izn beklediğini söyledi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” izn verdi. Azrâîl aleyhisselâm içeri girdi. Selâm verdi. Allahü teâlânın emrini bildirdi. Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” Cebrâîl aleyhisselâmın yüzüne bakdı. O da, yâ Resûlallah! Mele-i a’lâ sizi bekliyor dedi. Bunun üzerine, Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Yâ Azrâîl! Gel, vazîfeni yap!) buyurdu. O da, Muhammed aleyhisselâmın mubârek rûhunu alıp, a’lâ-yı ılliyyîne ulaşdırdı.
Resûl-i ekremde mevt alâmetleri görülünce, Ümm-i Eymen “radıyallahü anhâ” hazretleri, oğlu Üsâmeye haber gönderdi. Üsâme ve Ömer Fârûk ve Ebû Ubeyde bu acı haberi alınca, ordudan ayrılıp, Mescid-i Nebevîye geldiler. Âişe-i Sıddîka ve diğer hâtunlar, ağlayınca, mescid-i şerîfdeki Eshâb-ı kirâm şaşırdı. Ne olduklarını anlıyamadılar. Beynlerinden vurulmuşa döndüler. Hazret-i Alî ölü gibi, hareketsiz kaldı. Hazret-i Osmânın dili tutuldu. Hazret-i Ebû Bekr, o anda evinde idi. Koşarak geldi. Hemen, hucre-i se’âdete girdi. Fahr-i âlemin yüzünü açdı. Vefât etmiş olduğunu gördü. Mubârek yüzü ve her yeri latîf, nazîf olarak, nûr gibi parlıyordu. Memâtın da, hayâtın gibi ne güzel yâ Resûlallah! diyerek, öpdü. Çok ağladı. Mubârek yüzünü örtdü. Evdekilere tesellî verdi. Mescid-i şerîfe geldi. Şaşırmış olan Eshâb-ı kirâma nasîhat verip, ortalığı düzene koydu. Böylece hepsi, Resûlullahın vefât etmiş olduğuna inandı. Bu esnâda Üsâme ordusundaki asker şehre girdi. Büreydet ibni Hasîb hazretleri, elindeki sancağı Resûlullahın kapısı önüne dikdi. Hüzn ve keder, Eshâb-ı kirâmın yüreğine bir zehrli hançer gibi saplandı. Gözler ağlar, göz yaşları çağlar, hasret ateşi, herkesin ciğerini dağlar idi.
Hazret-i Abbâs ile oğlu Fadl ve Alî “radıyallahü teâlâ anhüm” ve evdekiler, göz yaşı dökerek, cenâze hizmetine başladılar. Hazret-i Ebû Bekr de, odanın kapısında durup, yanıp yakılmakda, hizmete nezâret etmekde idi. Lâkin yanmakla, ağlamakla iş bitmeyip, ümmetin işini görmek ve islâmiyyetin emrlerini yerine getirmek için bir baş, bir halîfe lâzım idi. O vakt, bu vazîfeyi yapmağa elverişli Ebû Bekr-i Sıddîk idi.
Hazret-i Abbâs ve Alî “radıyallahü anhümâ”, Resûlullaha dahâ yakındılar. Fekat, Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” hazretleri, mağaradaki arkadaşı olan Ebû Bekri Eshâbının hepsinin üstünde tutardı. Hasta iken, Eshâbına vedâ’ etdiği gün, en çok Ebû Bekrden râzı olduğunu bildirmişdi. Mescid-i şerîfe açık olan kapıları hep kapatıp, yalnız Ebû Bekrin kapısını açık bırakdırdı. Vefâtına üç gün kala, Onu Eshâbına imâm yapdı.