(Kısas-ı Enbiyâ) kitâbında diyor ki:
(Abdüllah bin Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ”, nasîhat ederek, (Kûfeye gitme!) dedi ise de, hazret-i Hüseyn bunu dinlemedi. Abdüllah, ağlıyarak, vedâ’ etdi. Abdüllah bin Abbâs da, (Ey amcamın oğlu! Kûfedekilerin sana zarar vermesinden korkuyorum. Onlar kötü kimselerdir. Oraya gitme! Eğer gideceksen, Yemene git!) dedi. Hazret-i Hüseyn, cevâbında, (Haklısın. Fekat niyyet eyledim, karârlıyım) dedi. Abdüllah, (Bâri çoluk çocuklarını götürme! Korkarım ki, hazret-i Osmân gibi, çocuklarının gözleri önünde şehîd olursun) dedi ise de, hazret-i Hüseyn yine dinlemedi). Kısas-ı Enbiyânın bu yazıları gösteriyor ki, hazret-i Hüseyni Kûfe şehrine da’vet edenlerin kötü niyyetli hurûfî olduklarını ve Onu tuzağa düşürmek istediklerini, Mekkedeki Eshâb-ı kirâm anlamışlardı.
14 — Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki, hazret-i Alî şehîd oldukdan sonra, hilâfet hazret-i Hasenin hakkı idi. Kendi isteği ile, bu hakkını hazret-i Mu’âviyeye bırakdı. Çünki, o vakt, halîfeliğe o lâyık idi. Halîfeliği yalnız kaldığı, korkduğu için bırakmadı. Müslimân kanı dökülmesin diye, mü’minlere merhamet etdiği için bırakdı. Kâfirlerle, mürtedlerle, fitneyi önlemek için sulh yapmak câiz değildir. Onlarla harb etmeyip, onların gâlib gelmeleri en büyük fitnedir. Bâgîlerle sulh ise, câizdir. O zemâna kadar, hazret-i Mu’âviye bâgî, âsî idi. O yıl, hak üzere halîfe oldu. Bâgî olana la’net edilmez, istiğfâr edilir. Hayr düâ edilir. Muhammed sûresindeki âyet-i kerîmede meâlen,(Mü’minlerin günâhları için istiğfâr et!) buyuruldu. İstiğfârı emr, la’neti yasak etmek olur. Bu âyet-i kerîme, büyük günâh işliyenlere istiğfâr olunmasını emr buyurmakdadır. Sıfata la’net câiz olsa bile, sıfat sâhibine la’net câiz olmaz. Haşr sûresinin onuncu âyetinin meâl-i şerîfi, (Önce gelen mü’minlere düşmanlık etmemeği, onlara hayr düâ etmeği) emr etmekdedir. Hazret-i Alînin Şâmlılara la’net olunmasını yasak etdiğini, şî’î kitâbları da yazmakdadır. Bu da, Onların müslimân olduklarını göstermekdedir. Hazret-i Alî için olan hadîs-i şerîfde, (Seninle harb, bana karşı harbdir) buyuruldu ise de, bu hadîs-i şerîf, bu büyüklere karşı muhârebenin dehşetini bildirmek içindir. Bu hadîs-i şerîf, kırkbirinci maddede uzun uzun açıklanmışdır. Hazret-i Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anh” ve sonra gelenler, hakîkatde melik idi. Sultân idi. Halîfenin üç vazîfesinin yalnız birini yapıyorlardı.
15 — Hurûfî kitâbları diyor ki, hazret-i Mu’âviyenin vâlîleri millete zulm etdi. Bunlardan biri Ziyâd idi. Şirâz vâlîsi idi. Ebû Süfyânın, câhiliyyet zemânındaki Hâris adındaki bir doktorun Sümeyye adındaki câriyesinden olan gayr-ı meşrû’ oğlu idi.