Cevâb: Buna karşılık deriz ki, emrlerin hepsi dünyâ için ve âhıret için fâidelidirler. Fâideleri, yapılmalarındaki yorgunlukdan katkat çokdur. Az bir yorgunlukdan kurtulmak için, bu fâideleri elden kaçırmak akla uygun değildir.
6 — Emrin yapılmasındaki yorgunluk karşılığı bir fâide olmazsa, bu emri vermek abes olur. Fâidesi varsa, fekat hepsi Allaha yararsa, Allahü teâlâ, kullarına muhtâc demek olur. Bu da doğru değildir. Fâidesi insana ise, fâideli şeyi emr edip, bunu yapmıyana azâb etmek de, akla uygun değildir. Çünki, bu emr, kendine fâideli olan şeyi yap! Yapmazsan, sonsuz olarak canını yakarım demekdir.
Cevâb: Aklın güzel, çirkin, abes demesi, her zemân doğru olmaz. Allahü teâlânın her işinin fâideli olması lâzımdır, demek de doğru değildir. Bunu ileride isbât edeceğiz. Sonsuz azâb yapılması, fâide elde edilmediği için değildir. Sâhibinin, yaratıcısının emrini yapmadığı içindir. Emrini yapmamak, ona ihânet, horlamak, kıymet vermemek olur.
7 — Allahü teâlâ, kulunun yapamıyacağını, kendine fâideli olan şeyi yapmak istemiyeceğini bildiği hâlde, niçin bunu yapmasını emr ediyor? Bu emr, kuluna zararlı, çirkin olmaz mı?
Cevâb: Bu emr kuluna zarar olur desek bile, çok fâidelere kavuşmak için, ufak zarara katlanmak lâzım olduğunu yukarıda bildirdik. Müslimânların, yetmişiki sapık fırkasından (Mu’tezile) ismindeki fırkada olanlara göre, kâfire yapılan teklîfde, ya’nî emr ve yasakları bildirmekde de fâide vardır. Bu fâide, onu sevâb kazanmağa sevkdir. Çünki sevâb, teklîf olunan kimsenin emrleri yapmasından hâsıl olan fâidedir. Teklîfin fâidesi değildir. Bir kimse, gelmiyeceğini iyi bildiği hâlde, birini yemeğe da’vet eder. Böylece cömerd ve iyilik sever olduğunu göstermek ister. Çağırmasa, bu arzûsunu gösterememiş olur. Burada, müslimân fikr adamlarının sözlerini bildirmeği fâideli görüyorum:
Allahü teâlâ, insanları za’îf ve muhtâc yaratdı. Giyecek, yiyecek, barınacak, düşmandan korunmak gibi ve dahâ nice şeylere muhtâcdırlar. Bir kimse, kendi ihtiyâclarını yalnızca hâzırlıyamaz. Buna ömrü yetişmez. İnsanların ortaklaşa çalışmaları, birlikde yaşamaları lâzımdır. Biri yapdığı âleti başkasına verir. Ondan, kendine lâzım olan başka birşey alır. Bu ortaklık ihtiyâcına, (İnsan medenî olarak yaratılmışdır) denir. Medenî, ya’nî birlikde yaşayabilmek için, adâlet lâzımdır. Çünki herkes muhtâc olduğuna kavuşmak ister. Bu arzûya, (Şehvet) denir. Arzû etdiğini başkası alırsa, alana kızar. Aralarında çekişme, zulm, işkence başlar. Topluluk parçalanır. Toplulukda, alışverişi düzenlemek, adâleti sağlamak için, çok şey bilmek lâzımdır. Bu bilgiler, birer kanûndur. Bunların en âdil olarak bildirilmesi lâzımdır. Bunları hâzırlamakda da anlaşamazlarsa, yine karışıklık olur. Bunun için, insanların üstünde bir âdil varlığın hâzırlaması lâzımdır. Bunun teklîflerine uyulması için, güçlü kuvvetli olması ve teklîflerin ondan geldiğinin anlaşılması lâzımdır. Bunu anlatan, inandıran da, ancak mu’cizelerdir. Kendi zevklerine, şehvetlerine düşkün olanlar ve kendilerini başkalarından üstün görenler, islâmiyyetin ahkâmını beğenmezler. Bu ahkâma uymak istemezler. Başkalarının haklarına saldırır, günâh işlerler. İslâmiyyete uyana sevâb, uymıyana azâb olacağı bildirilince, islâmiyyetin düzeni kuvvetli olur. Bunun için, ahkâmı koyanın, cezâyı verecek olanın tanınması lâzımdır.